“Bizim millet acıya alışmış... Biz hepimiz bahtsızlığa o kadar alışmışız ki, sevinç anormal geliyor. Bilmez misiniz, bizde yüksek sesle gülmek ayıpların başında sayılır. Hele çocuklar için... Sonra hocalar bize cennetin sevinçleri yerine durmadan cehennemi belki de bu sebeple anlatırlar (Tahir, 1969b, s. 232).” Türkiye toplumu; savaşlar, göçler, yoksulluklar ve çaresizlikler içinde yoğrulmuştur. Bu nedenle insanımız eğlenirken bile hüzünlü şarkı ve türkülere yer verir (Tezcan, 1997, s. 235). Türk insanı kendini üzüntüye bırakmaya yatkındır. Şarkılarının büyük bir çoğunluğu, hüzünlüdür (Hotham, 2000, s. 44) Türk sanat müziğinin ana konuları aşk, hüzün ve hasrettir (Güriz, 2008, s. 121). Hüzün Türkiye insanının ayırıcı bir özelliğidir. Hüzün şiir geleneğimizin de en belirgin çizgisidir. Ahmet Haşim, melali anlamayan nesle aşina değiliz, Hilmi Yavuz, hüzün ki en çok yakışandır bize, Süreyya Berfe, şiirim hüznümün içinde yaşar der (Ergun, 2000, s. 156). Toplumun çok farklı kesimlerince dinlenen arabesk veya pop müziğinin şarkı sözleri de çoğunlukla acı çeken, aşkına ihanet edilen, terkedilen, dünyadan umudunu kesmiş kadın ve erkeklerin hikâyeleridir (Tekinalp, 2015, s. 72). Acıyla dost, acıyla yoldaştır Türk insanı. Acı çektikçe mutlu olmaya yönelik bir eğilim gösterir. Türk toplumunda acılara karşı koyma, acılara direnme daha çok acıdan geçer (Bozkurt, 2014, s. 245, 248). Türk siyasal yaşamı da acıyla yoğrulmaya düşkündür. Mağdurun yanında yer almak Türk seçmeninin temel bir yönelimi olmuştur. Türk seçmeni mağdur olduğuna inandığını iktidara yükseltir.