MUTLULUĞUN DOKTORU
Anne, iki heceye sığdırılmış ya da sığdırılmaya çalışılmış olan kocaman bir dünya, dünyam. Yeryüzündeki en kutsal görevi üstlenen, karşılıksız seven, mutluluğun simgesi olan Anneyi ne kalemler yazabilir ne de türküler dile getirebilir... Her çocuğun ilk öğretmeni olan Anne, bizlere; yürümeyi, koşmayı, konuşmayı, sevgiyi ve en önemlisi de saygıyı öğretendir. Anneler bizim kanatsız meleğimiz, solmayan çiçeğimiz ve gönüllere taht kurmuş en değerli hazinemizdir. Anne en iyi günde tenimizde mutluluğun parfümü, en zor günde ise çölde bir vaha'dır. Tarifsiz aşkı simgeleyen tek varlığımızdır. Kiminin hayat suyu, kiminin yaşam balonudur. Yeri ve değeri bu dünyaya sığmayacak ve sığdırılamayacak olandır Anne. Ey bu kalbimi sevginle kuşatan Annem. Duy beni, satırlarda haykıracagım sevdiğimi. Sen benim kimseyle bölüşemediğim ekmeğim, en susamış halimde içtiğim suyum ve sen benim hayatımın en anlamlı ve en güzel baharısın. Senin bana olan sevgini asla bilemem ama sen sana olan sevgimi öğrenmek istersen eğer kum tanelerini saymanı istiyorum. Seni duygularımın en güzeliyle seviyorum. Bedenimin üzerine toprak dolana kadar yaşayacaksın bende...
Bastırılmışız, sindirilmişiz, susturulmuşuz, gergin siyasi dönemlerden geçmişiz, ekonomik krizler, küresel çatışmalar, kişisel sorunlar ve bu fırtınaların tam da ortasında kendine pay çıkarmak isteyen paragöz sektörlerin ortasında kalmışız. Dünyadan haberi dahi olmamış toplumun büyük bir kısmı, vaktini komşusuna, sınıf arkadaşına, dolmuşta gördüğü kişiye âşık olarak geçirmiş. Başlar eğik, üç kuruşa fabrikada çalışırken az ileride çalışan diğer kıza âşık olmuş. Başka gündem yok, elalem çamaşır makinesi icat ederken biz "Yoruldum artık be hayat!" diye türküler yakmışız. Birileri Hadron çarpıştırırken biz iki aşığın hikâyesini anlatan filmlere dalmışız. Gâvur eller simetri prensiplerinden fizik kanunu türetirken biz "Sen olmazsan ben yaşayamam!" diye arabesk şarkılar söyleyip verem olmuşuz.
Reklam
SANAT ADAMI ATSIZ RUHLARA İŞLEYEN ŞİİR. Atsız'ın sanat hayatı şiirle başlar. Biz de onun şiiriyle başlayalım.
Günler yağmur alacasını giyindi Bulutlar indiler yere birer birer Sabahlar düşlerimiz kadar kısa Akşamlar ömrümüzün garipsi yükü Havada gurbet sürgünü türküler. Herkes kendi yalnızlığında yitik Erir bir suskunluğun tüneklerinde Hangi el aralar hangi yüz girer içimiz sevgilere kapalı nicedir Dışımız eğreti yalan giysiler. Bu çat ayazlarda günsüz güneşsiz Unuttu gülmeyi nicedir yüzlerimiz Aydınlığı kirli sislerde silik Kan sularda yüreğimiz umut gemisi Bir kuzey yıldızında kaldı gözlerimiz
Şükrü Erbaş
Şükrü Erbaş
Faik Baysal
Muharrem Dayanç
Muharrem Dayanç
: "Türk edebiyatında en çok ilgimi çeken bahislerden biri “yazarlar ve anneleri”dir. Konu bu kadar genel değil elbette bahsi biraz daha daraltarak söylemek gerekirse “küçük (hatta çocuk) yaşta annesini kaybeden yazarlar”dır. Başlangıçta Tevfik Fikret (12), Ahmet Hâşim (7), Yahya Kemal (13), Ahmet Hamdi Tanpınar (14), Ziya Osman Saba
600
600.gün... Zamanı tutamıyorum sevgili durduramıyorum. Son günümüzde bana "dursun mu zaman?" demiştin. Dursun artık sevgili, dursun artık, hayır zaman akıp gitmesin. Yarın, dün olsun. Zaman artık geriye aksın istiyorum. Merak etmiyorum geleceği, istemiyorum geleceği. Gözlerimin ışığının sönmesini izlemeyi değil, ışığını geri kazanmasını
Reklam
İnsanın Yedi Çağı
Bütün dünya bir sahnedir, Kadın, erkek bütün insanlar da oyuncular. Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır. Her insan kısa ömrü içinde çeşitli roller oynar. Birinci perdede bebektir; Süt ninesinin kollarında salyalarını akıtarak ağlar. Sonra sızıldanan bir okullu; Sırtında çantası tertemiz sabahlık yüzü ile isteksiz, Sümüklüböcek gibi
Sayfa 15
Hayatı Allah'sız hale getiren, Allah'ı kale almayan gidişat varlığını en güçlü biçimiyle önce dilde gösterdi; sonra da sanatta. Yakın zaman öncesine kadar keyifle dinlenen şarkılar, türküler bir şekilde de olsa Allah'tan bahsederdi ama artık öyle değil. Eskiden şairler Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı; Mevlam gör diyerek
Haram Sevdânın azabı, dünyadaki elemiyle başlar;
İnsan muhabbetini mahlûkata, mecazî sevgililere sarf ettiği için, peşinen cezasını görüyor. Mevcudat üzerindeki fena ve zeval damgası, bunların sevgiye layık olmadıklarının en büyük ispatıdır. İnsanın sevdiği her şey fani olduğu için ölümle ayrılıp gidiyor; bu da seven kişide çok ciddi bir ayrılık acısına dönüşüyor. O aşktaki cüz’î lezzete
451 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.