Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
...Biz savaşmaya mecburduk. Çünkü düşmanlar evlerimize kadar gelmiş, savaş istesek de istemesek de, yurdumuzu yakıp yıkacaklardı. Niçin? Çünkü, bir veya birkaç siyaset adamı Yakın Doğu’nun haritasını değiştirmek hevesine düşmüşlerdi. Yunanlılar da kazanç ve zafer hırsına düşmüşlerdi. Fakat onlar da bunun neye mal olacağını görüyorlardı. Gerçi, henüz zafere kavuşmamışlardı, işin sonu da gelmiş değildi.
Saat dört buçukta Madam Tadia’ya gittiğim zaman iki kişinin beni beklediğini söylediler. Birisi Ruşen Eşref, diğeri Yusuf Akçura idi. Akçura, tabiî, ihtiyat zabitiydi. İkisi de İsmet Paşa’nın çok üzgün bir vaziyette olduğunu söyledikten sonra, bana da kendisini gidip ziyaret etmemi tavsiye ettiler. Ricatin başlangıcında, Karacabey’de İsmet
Reklam
Ötekiler sedyelerde ağlıyorlardı. Nâzım için ağlıyorlardı. Nâzım da kalbine saplanan bir kurşunla bu dünyadan göçmüştü.
Hastalar arasında en çok dünyadan haber isteyen Nâzım’ın fırkasından, iki bacağı yaralı bir çavuştu. Yüzü, hakikaten, bir Türk çavuşunun manâsını taşırdı. Çok az konuşur bir adamdı. Sorduğunuz suallere cevap verecek kudreti yoktu. Sade, bir gün “limon” dedi. Bir limonata yapıp içirmeye çalışırken başı kolumun üzerine düştü. Yatırdım: — Siz Mustafa
Beni Sakarya’da at üstünde gördüğü zaman, gözleri: “Abbas yolcu değil, Abbas yolcu değil,” der gibiydi. Yedi haziran, saat beşte, Doktor’un odasına bir fincan çay içmeye gitmiştim. Orada İstanbul gazeteleri vardı. Birinde, “Bir âlimin Ölümü” başlığı gözüme çarptı, okudum. Salih Zeki Bey’in ölümünü yazıyordu. İçimden Atlantik’i ruhumla geçip çocuklarıma, “Ben daha yaşıyorum,” demek geldi. Ben eski günlerin hatıralarına dalmışken, Dr. Şemseddin: — Çay soğuyor, hemşire, dedi. Yedi ve sekiz hazirana kadar, Mama Tadia’nın odasında yatmadan kitap okur, şamdanı söndürmezdim. Sokaklarda ses seda yoktu. Haziranın dokuzuncu günü hastahane tıklım tıklım olmuştu. Artık her odayı bir koğuş hâline sokmaya mecbur kalmıştık. Yunanlılar büyük taarruza başlamış, yüz bin kişilik bir ordu ve kudretli bir topçu alayı ile harekete geçmişlerdi. Türk Kuvvetleri’nin merkezi Karacabey’di. Zihnim savaşla hiç meşgul olmuyordu. Kendimi ve kafamı hep hastalarıma vermiştim. Ne kadarını soydum, çamurlu yüzlerini, hatta vücutlarını silip yatırdım. İniltiler ortalığı kaplardı. Bana bütün Türkiye bir hastahane olmuş gibi gelirdi.
Dokuz hazirandan önceki hastalarımın arasında pek hoşuma giden Abbas adında biri vardı. Başı ve ayakları yaralıydı. Ölümle mücadele ediyordu. Koğuşun âdeta dev kadar cüsseli hastasıydı. Aklı başındayken gayet sakindi, fakat, dalgınlık başlayınca, korkunç bir şekilde inler, tuhaf tuhaf konuşurdu. Yanına gider gitmez elimi yakalar, gözlerini açar ve mırıldanırdı: — Hatçe, Hatçe! Âdeta Hatçe denilen o meçhul kadından, yaşayamadığı için af diler gibiydi. Hatçe kardeşi miydi, karısı mıydı, kızı mıydı, bilmiyorum. Fakat, Hatçe’yi o cehennem günlerinde yalnız bırakıp ölmekten azap duyuyordu. Ben: — Abbas yolcu değil, dediğim zaman: — Abbas yolcu değil, diye cevap verirdi. Kader o kadar garip bir şeydir ki, bu adamı Anadolu yaylalarında, Sakarya savaş meydanında bir daha görmüştüm. Beni Sakarya’da at üstünde gördüğü zaman, gözleri: “Abbas yolcu değil, Abbas yolcu değil,” der gibiydi.
Reklam
Hastahane yaralılarla doluydu. Ben, otuz hasta yatan en büyük koğuşa bakıyordum. Başhemşire çok tecrübeliydi. Aynı zamanda, bir sürü yeni hastabakıcı kadın da tedarik ettiler. Hepsi genç, güçlü kuvvetli idi, ama tecrübeleri yoktu. Mütemadiyen fingirdeyip duruyorlardı. Biraz hastaya bakmayı bilen, benden başka Mehmed Çavuş vardı ki, o iki yüz hastabakıcıya bedeldi. Kolunun biri yaralanmış ve tüfek kullanamayacak hâle gelmiş olduğu için, ordu onu hastahaneye vermişti. Daima beyaz başlığı ve önlüğü ile eli yüzü henüz yıkanmış gibi görünen o temiz hâliyle insan onu görünce, “İçi dışı beyaz bir adam,” derdi. O, iki yüz yatağa nezaret ediyordu. Erkek yardımcıları pek beceriksizdiler. En muhtaç olduğum zamanlar daima benim koğuşuma gelir, yatakta mütamadiyen ölenlerin en kocamanını bir tüy gibi kaldırır, götürürdü. Doktorların arasında dikkatimi çeken Cerrah Cemil Bey’dir. İnsanı hayrete düşüren bir adamdı. Bir günde seksen üç kol bacak kestiğini bilirim. Bununla beraber, bir ana gibi hastalara hitap ederdi. Âdeta bir evliyayı hatırlatırdı.
Doktorların arasında dikkatimi çeken Cerrah Cemil Bey’dir. İnsanı hayrete düşüren bir adamdı. Bir günde seksen üç kol bacak kestiğini bilirim. Bununla beraber, bir ana gibi hastalara hitap ederdi. Âdeta bir evliyayı hatırlatırdı.
Nâzım’ın göğsünden hastalığı ciddî değildi. Fakat, ciddî de olsa, harpte vazifesini görmeye mecburdu. Dr. Adnan döndüğü zaman, Nâzım tarafından bana bir harp hediyesi olarak, kendisinin yatağında temizleyip hazırlamış olduğu bir tüfek getirdi. Aynı zamanda fırkasını da ziyaret etmemi istiyordu. Ne yazık ki gidemedim. Onu daha sonra, son görüşüm çok feci şartlar altında olmuştur.
Mayısın birinde Yakup Kadri, Ankara’ya geldi ve bize misafir oldu. Hem dost, hem muharrir olarak ikimiz de onu çok seviyorduk. Yakup Kadri evin tepesindeki bütün Ankara’nın o sarı topraklarına bakan odasında kaldı. Onun misafirliği akşamlarımızı şenlendiriyordu. Konuşurken bu büyük kafanın, kocaman gözlerin, kudretli sesin arkasında o parlak muharriri sezmemek mümkün değildi. Yukarıda ne yazdığını sorduğum zaman, Ateşten Gömlek adında bir Anadolu romanı yazmakta olduğunu söyledi. Ben de zihnimde bir Anadolu romanı tasarladığım için, o kendi romanını bitirmeden bu isimde benim böyle bir roman yazacağımı söyledim.
Reklam
336 syf.
·
Puan vermedi
Kpss tarih konularını çalışmaya yeni başladım. Ve baktım ki tarih sadece konu çalışarak öğrenilmez. Yıllardır kütüphanemde duran kitabı açtım ve okumaya başladım.
Türk'ün Ateşle İmtihanı
Türk'ün Ateşle İmtihanıHalide Edib Adıvar · Can Yayınları · 20142,845 okunma
TÜRKLER
Türkler her türlü haksızlığı, hatta fenalığı affedebilirler, fakat onurlarına dokunulduğunu zaman mesele bütün bütün değişir.
İşgal yılları
Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk ve Müslüman bulunduğunu söyleseler, oralara da istilâ orduları gönderirlerdi.
Sayfa 44 - Can Yayınları
313 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Milli mücadele döneminin yakın tanığı olan yazar, kendi şahitliklerini anlattığı anılarından oluşan eser. Yazarın, dönemin önemli simaları ile olan yaşanmışlıkları, gerek cephe ve cephe arkasındaki olaylar, milli mücadelenin zorlu süreçlerini merak edenlerin bir çırpıda okuyacağı eser.
Türk'ün Ateşle İmtihanı
Türk'ün Ateşle İmtihanıHalide Edib Adıvar · Can Yayınları · 20072,845 okunma
Bekir Sami’yi Eskişehir’de Rusya’dan döndüğü zaman görmüştüm. Orada Rusya’da nasıl hayal kırıklığına uğramış olduğunu daha önce anlatmıştım. Londra’dan döndükten sonra, bu hayal kırıklığının ne kadar derin olduğunu anladım. Bir gün evime gelerek, bir vesikanın tercümesini istedi. Bu Mister Lloyd George ile yaptığı hususî bir mülâkatın şifahî bir
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.