Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi?
Henüz okumayan biri için şunu söylemeliyim ki İçimizdeki Şeytan akıcı bir olay örgüsüne sahip değil. Aksine son derece durgun ve olayların ağır geliştiği bir roman. Bunun sebebi ise yazarın karakterlerin durumu ve o anki düşünceleri üzerine çok fazla tahlilde bulunması ve iç dünyalarını fazlasıyla aktarması. Karakterlerin dilinden çok uzun tiradlar dökülüyor. Bu da kitaba daha çok bir psikolojik roman havası katıyor.
Onunla bir aşk sahnesi tasavvur etmek değil, karşı karşıya, iki dost gibi oturmayı düşünmek bile elimden gelmiyordu. Bina mukabil gidip o tabloyu seyretmek, bana bakmadığına emin olduğum o gözlere saatlerce dalmak arzusu gitgide artmaktaydı.
Deli olacağım yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım...