Zafer kanlı da olabilirdi, masumiyet içinde aklanıp paklanmış da. Ben ak isem onlar karaydı. Ak paklanırdı ama karanın paklandığı nerede görülmüştü? Belki de ak, karaya karışırdı ve bu, çok daha büyük bir felaket demekti.
“Sergei!” diye seslendi tekrar. “Benim için geldin.”
“Tabii ki senin için geldim,” dedim ve onu hayatım buna bağlıymış gibi öptüm. “Senin için her zaman geleceğim, bebeğim.”
“Dövme yaptırmaya ne dersin?”
“Kendime nasıl bir dövme yaptırmamı istersin, seni manyak?”
“Özel bir şey yok. Sadece bir kaç kelime.”
“Hangi kelimeler?”
“Prinadlezhit Sergeyu Belovu” (Sergei Belov’a Aittir.)
“Ya lyublyu tebya vsey dushoy, solnyshko,” dedi kulağıma. “Ya ne pozvolyu nikomu zabrat’ tebya.” “Seni bütün kalbimle seviyorum gün ışığım. Kimsenin seni alıp götürmesine izin vermeyeceğim.”
Eğer daha iyi bir adam olsaydım onu gönderir, nikahı iptal eder ve onu özgür bırakırdım. Sanırım ben kötü bir adamdım çünkü onu bırakmak gibi bir planım yoktu.
“Şimdi bir şeyi açıklığa kavuşturalım,” dedi Mikhail. “Bir daha karıma herhangi bir şekilde dokunacak olursan elini keserim. Onun hakkında kötü bir şey söylediğini işitecek olursam dilini keserim. Ona tekrar vurmayı aklından geçirmeye bile cüret edecek olursan kafanı keserim. Anlatabiliyor muyum Bruno?”