Bu kitaba olan hislerim ile Tuvaldaki Yaralar'a olan hislerim hemen hemen aynı. Yine karakterleri ve yaşadıkları ilişkiyi sevdim fakat yine olayların çok hızlı geliştiğini düşündüm. İlk kitaptan nispeten farklı olduğunu düşündüğüm tek şey, bu kitapta mafya esintilerinin biraz daha fazla olmasıydı.
Gelgelelim benim için kitabın, hatta şimdiye kadar okuduğum kadarıyla serinin temel sorunu şu: Yazarın bakış açısı fazla tozpembe. Bu kitap üzerinden örneklendireyim. Bianca ile Mikhail anlaşmalı evlilik yapan ve birbirini hiç tanımayan iki insan olmasına rağmen hemencecik anlaşıp bağ kurdu mesela. Halbuki bırakın mafya ile evlenmeyi, normal iki insan anlaşmalı olarak evlense bile bir süre birbirine ısınamaz, arada bir soğukluk olur; birbirine alışma sürecinde kavgalar, yanlış anlamalar olur. Bir anda kırk yıllık evli gibi olmazsın yani. Ayrıca ikisi de birbirinden yaralı karakterler. Özellikle Mikhail neler neler yaşamış, kimseye dokunamayacak kadar ağır bir travma geçirmiş. Ama bir araya geldiklerinde bir anda tüm bu sorunları, hatta böylesine ciddi bir travmayı bile kolaylıkla aştılar. Benim için asla oluru olmayan bir durum bu. Ne kadar büyük olursa olsun sevgi bu kadarını mümkün kılmaz çünkü. Yazarın “mafya kitapları illa karanlık olmak zorunda değil” düşüncesini anlıyorum fakat aşkın her şeyin ilacı olduğunu addettiği tozpembe bir dünya kurgulamasını da hiç inandırıcı bulmuyorum, üzgünüm.
Serinin kalan kitaplarını her türlü okurum, o ayrı mesele. Ama herhangi birini tam anlamıyla sevebilir miyim, işte o biraz şüpheli.