Ekonominin aşkla bile ilgisi vardır. Bazen çok yakın zamana ait bir kaç fotoğrafa, videoya denk gelirsin. Gözüne rakamlar çarpar. Şimdiye kıyasla ufacık rakamlar. Tüm olup bitenler, içine düşülen çapraşık durum, ötelenen hayaller, küçültülen tasarılar, "o da olmayı versin ne yapalım," cümleleri, gezilecek engin yerlerin evin salonlarından ötede sonlanışı ve topyekün bir ukdeye dönüşmek. Evet ukde. Düğüm, bir yumru. Toprak altından çıkarılmamacasına, ama her an her saniye içe atılanlarla şişen ve büyüyen bir ukde.
Aşkın elle tutulan yerleri vardır. Bir kadının dudağından, ipek bacaklardan ya da bir şiirdeki en vurucu dizeden daha somut ama nedense inkar edilen yerleri...Mekanlar ve nesnelerle yaşanıyor güzellikler. Hafıza, bize bir şeyleri hatırlatan şeyler varsa yaşayabiliyor. Aşk, özü ve üsaresi çekilmiş bayat bir duygusallık değil. İstemek, emeğin hiçleşmemesi için diretmek, avcundakilerin senin arzun dışında un ufak olmasına isyan ve kudretli bir "niçin" sorusuyla tanışmak.
Salt tenden ve salya sümük cümlelerden sıyrılmış, koltuk altındaki bir demet karanfilden de aziz, olup bitene kederlenen ve değiştirmek için çabalayan bir akıldır aşk.
Bölüşmeyi ve yeni yerlerde çağıldamayı bilen, kuruyan toprakla hemdem, azalan kuzular ve yiten otları en azından farkeden...
Aşkın ekonomi ile bir ilgisi vardır. "Ben hep elli liralık dolduruyorum," diyen adama sevda ve yürek yangısı bu yüzden anlatılamaz.