adliyede çalışsam da Allah’ım
biteviye adalet arıyorum ben de
yasalar yasaklarla baba oğul gibi
yargılar yanılgılarla el ele
senin Ömer’inden bir iz bırakmamışlar
kirlenmiş adalet Themis putunun gölgesinde
çömdüğüm alıç gölgesini, çimdiğim ırmağı özlüyorum
anlatılamaz olanı çağıldamak istiyorum rüzgârın eşliğinde
ama işte bir yığın evrak
Zihnimizdeki müslüman portresi her zaman ütopik bir karakter olmuştur. Genellikle bu karakterleri hayatın hakiki şartlarının dışında nitelediğimizi farketmeksizin, bitmek bilmeyen bir sitayişle yüceltme gayretine de gireriz. Ona yaklaştıkça ne kadar hasletlerini takdir etsek de, kulluğunun gereği olan nakıs şeyler içimizi acıtmaya başlar. Nakıs noktaları yakıştıramadığımız bu karakterler, tabii olan pürüzleriyle bize artık cazib gelmediği üzere, sukut u hayal hissi galib gelir. Kurguladığımız bu ütopik müslüman portresini hayatın merkezinde konumlandırmak, günah yahut salih amel sahibi olduğunu hatırlamak, belki de uhuvvet üzere korumak istediğimiz umudu mutedil kılacaktır. Eyüb sabrının olmadığını, kuyudaki Yusuf olmadığını hatırlamak, bizim için belki de bir ön uzlaşma sağlayabilir.
...
Kayıp bir ahaliyiz biz.
Buraya gelirken yollara işaret koymaya akıl erdiremedik.
Eski bir alışkanlık arıyoruz, üstü örtülmemiş bir iz, bir emare.
Bir emare, belki bize hatırlatır, bülbül kafesinden bir göğsümüz olduğunu.
Ama hiçbir can alıcı işaret çarpmıyor gözlerimize.
Gök çadır olmaktan vazgeçmiş, yer taş kesmiş sanki.
Ne yağmur bize merhamet bahşediyor, ne toprağı çatlatan çiğdemle yandaşlık kurabiliyoruz. Ancak birbirimizin kanını akıtarak anlayabiliyoruz canlı olduğumuzu.
İnsan oluşumuzla en büyük aşinalığımız bu.
Sıcak kana dokununca diyoruz ki, “tamam, demek burası hâlâ dünya! ..”
Dünyanın dönüşü başımızı döndürmüyor artık.
Çünkü dönüp bakmıyoruz akıp duran bulutlara.
Çünkü boynumuz kalın.
Ve hiç kimse yüz vermiyor bu tür çocukça oyunlara.
Biz dünyayı işvekar bir çengi gibi düşünüyoruz; böyle kuruluyor aramızdaki bağ.
Yani biz, birbirimizin teninden yükselen buharı soluyarak çiziyoruz yörüngemizi.
Bu sırnaşık rotadan çıkarsak, içimize düşecek kuşkudan ödümüz kopuyor.
Ödümüz kopuyor, aşk deyince Hallac’ı anmaktan.
Çünkü biz, ancak ayarı bozuk bir altın için yüzüyoruz birbirimizin derisini.
...