Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

umut

umut
@umutmyavuz
Sıkı Okur
Dövüşemeyişimin affetmeyen öfkesi devam ediyor. 338, 98956. Su. Solak ve geri kafalıyım. Sayı, yazı, fotoğraf sahibi. - Mustafa Kemal Atatürk, Nâzım Hikmet.
Türkiye Cumhuriyeti
49 okur puanı
Eylül 2018 tarihinde katıldı
Hava kararıyordu. Köşeden bir genç kızla bir genç adam göründü kolkola. Delikanlı bir şeyler anlatıyordu, genç kız da başını sallıyordu. ''Bana kalırsa filim biraz karışıktı,'' dedi genç adam. ''Bazı yerini anlamadım.'' ''Canım,'' dedi kız, ''Sonunda çocuklar ölüyor işte.'' ''Aptal,'' dedi delikanlı. ''O kadarını biz de anladık.'' 26 Mart 1973
Reklam
Oysa, içinden bir ses, kibrit kutusuna koydun, kibrit kutusuna koydun diye seni yatıştırırsa büyük bir ferahlık duyarsın; herkese ve her şeye meydan okumak için büyük bir cesaretle dolduğunu hissedersin. Benimle kimse başa çıkamaz, hesabını veremeyeceğim tek dakikam yok diye gururlanırsın. Gerçekle rüyayı birbirinden ayırırsın. Bu iki kibriti rüyada yakmadım. İşte kutuyu açıyorum: İçinde iki tane yanmış kibrit. Kendi kendine gülümsersin: Beni daha ele geçiremediniz. Korkuların bir an sürer geçer. Sayı ile hareketi renk ile düşünceyi sadece rüyanda karıştırdığın için endişe duymazsın.
Hikmet biraz düşündü. "Oyunun sonunda Mills evlensin Monika ile albayım," dedi sonunda. "Çünkü, susup beklemesini bilenler kazanır. Schlick'i de savaşta öldürmekten vazgeçelim; zaten eninde sonunda aklını kaybedecektir, bu gerilime daha fazla dayanamaz. Eskiden böyle kocalar, düelloda filân ölürdü; ben buna benzer bir filim görmüştüm. Şimdi kılıcın yerini ruh hastalıkları aldığı için, bu çeşit ölümleri tasvir etmek biraz teknik bilgiyi gerektiriyor. Schlick'in akıl hastanesindeki yaşantısını da anlatalım mı albayım? Hüsamettin bey elini tahtaya vurdu: "Oraya girmiş gibi konuşuyorsun Hikmet." "Girmesine girerim de albayım, çıkması zor olur diye korkuyorum. Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar."

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ağzının, güzel dudaklarının kenarında bir gülümseme yaratmak için, ne uzun yollardan geçiyorsun. Kendinden veriyorsun ve durmadan eksiliyorsun. Oysa bazı insanlar, oldukları gibi kalarak, elde ederler istediklerini. Ben, kanımı damla damla süzerek veriyorum.
Ben yarışlara aldırmıyorum artık. Bilge de aldırmaz. Benimle olunca aldırır. Bende, insanların sinirine dokunan bir gariplik var. (Alnıma yazılı.) Bilgeler bile yüzüme bakınca, zarfları bir an önce kapatmaktan başka şey düşünmezler. Benimle birlikte, beni geride bırakmaktan başka bir şey düşünülemez. Ben de kendi isteğimle geride kaldım işte; bu meyhaneye kadar düştüm. Şimdi de küçümserler; neden oralara kadar zahmet ettiniz? derler. Biz zaten biliyorduk senin ne kadar aşağılık olduğunu.
Reklam
Orada bir dakika durdu, düşündü. Toplum içindeki görevi, yolda birdenbire durup düşünen insanlara bakmak olan birii tarafından seyredildi. Sen, bekçi olmalıydın arkadaşım. Yürüyerek düşünmeğe karar verdi. Anlaşılmayan bir nedenle bir binanın üçüncü katına bakan adamın yanında durdu; onunla birlikte aynı yere baktı bir süre. Sonra ikisi de, başka bir gönüllü bekçinin sorgulu bakışları yüzünden, orada fazla kalamadılar; vedalaşmadan ayrılarak kendi yollarına devam ettiler. Demek ki, yolda durmak mümkün olmuyordu; böyle bir hürriyet yoktu. Sadece sürüklenme, kalabalığın akışına kapılma hürriyeti vardı.
Mektubumuz, karışık olmakla birlikte, ruhumuzun aynasıdır. Derlenip toparlanması, içimizin derlenip toparlanmasına bağlıdır. Biraz daha zamana ihtiyacımız vardır.
Tahta perdenin arkasında her şey muhakkak başka türlüdür. Evet başka türlü oluyordu. Bunu, provaya geldikleri zaman gözlerinden anlıyordum. Bütün davranışlarından belli oluyordu: Bilmediğim olaylar geçmişti. Görünüşte ilerlemiş bir durum yoktu. Oysa ben, bütün cümlelerin baş tarafını kaçırdığımı çok iyi biliyordum; oyuna geliyordum. Bütün oyuncular, provaya gelmeden önce yaşadıkları maceraların izlerini taşıyorlardı. İyi ezberleyemedikleri rollerini oynarlarken de ayrıca özel bir yaşantıları vardı. Ben bu geçişleri bir türlü sezemiyordum; benim hayatım sürekli bir büyük oyundan ibaretti. Bununla birlikte, prova başlayınca her şeyi unutuyordum; ikinci piyesteki oldukça uzun olan rolüme kaptırıyordum kendimi. Sonra kısa bir ara verilince, uyanıyordum. İşte ondan sonra, kardeşim Hidayet, insanlığa öfkem başlıyordu; belki de ilk öfkelerimi bu oyunlar sırasında duymuştum. Çünkü, bütün gücüme rağmen oyuna geliyordum. Kendime kızıyordum: Çünkü oyuna geliyordum, anlıyor musun oğlum Hidayet? oyuna geliyordum. Oyuna gelmemeliydim, bana oyun oynanmamalıydı. Bütün gücümle uyanık kalmalıydım; başkalarının rüyalarını görmemeliydim. Ve kardeşim Hidayet, öfkelenince de onların bütün kusurlarını, küçüklüklerini, daha önce hoşgörüyle karşıladığım bütün kendini beğenmişliklerini daha şiddetle görüyordum ve unutmuyordum. Onları kıskanıyordum, onları beğenmiyordum. Oynadıkları oyunu hiç anlamıyorlardı. Yaşamak istiyorlardı; en çok buna kızıyordum.
İşin içine Tarihi karıştırmadığın iyi oldu. Hikmet birden sıçradı ve geriye döndü. Hüsamettin Bey korkuyla geriye çekildi. Hikmet güldü: İnsan hiç savaşmadan emekli olursa, böyle korkar işte.
Herkeslerin kulaklarına fısıldarlarmış: Senisevmiyorsevseydi sen kitap okurken sırtını çevirip uyumazdı; senisevmiyorsevseydi sen o filmi anlatırken, ceketinin dışına çıkan gömlek yakasını düzeltmezdi; senisevmiyorsevseydilerin bütün çeşitlemelerini uygularlarmış. Bu konuda, tahtakurularından bile yararlanırlarmış. Tahtakurusunun salgısında bile, seni sevmiyordusevseydiden varmış. Bu nedenle, sabah uyandığınızda bileğinizin içi kaşınırken, beni gene tahtakurusu sokmuş demenizle birlikte karınızın, hayır canım pire ısırığına benziyor demesi bu yüzdenmiş.
Reklam
Ve sonra birlikte sokakta yürürken, istediğin yerden karşı kaldırıma geçmeğe cesaret ettin. Ve önce kelime vardı; sen, önce vitrin vardı dedin. Ben konuşurken vitrini seyretme cüreti gösterdin. Hangi renklerin güzel olduğunu, hangi şarkılara duygulandığını, güzel kadının tanımını, tabloları duvara nasıl asmak gerektiğini, hangi yazarların büyük olduğunu, hangi renklerin yan yana gelebileceğini, ikinci sınıf bestecilerin kimler olduğunu, misafire pijama ile çıkılıp çıkılamayacağını, ne biçim bir evde yaşayacağımız, duvarları nasıl boyayacağımızı, hangi gömlekle hangi kıravatı takacağımı, hangi devlet düzeninde yaşanabileceğini, hangi devlet düzeninin insan ruhunu öldürdüğünü, insan insanın kurdu muduru, aşkın ölümsüz olup olmadığını, dünyanın en büyük oyun yazarının kim olduğunu, yatağın neresinde yatacağımı, yatağın neresinde yatacağını, şu makaleyi buldum canımı, arkadaşların canımı sıkıyor canımı, ben bu akşam biraz dışarı çıkmak isteyebilir miyim canımı, o canımı, bu canımı, her türlü canımı hep önce bana söylettin.
Sevgi uyanmadan bütün işleri bitirebilirsem her şey böyle güzel gidecekti, benim her zaman sevişecek gücüm olacaktı, istikbalimi tehlikeye koymuştum, lavabodan yavaşça döndüm, uyanmadı, o zamanlar daha her şey yolunda gidiyordu, gıcırtı esasına göre bütün bardakları ve tabakları en zoru tencereleri yıkadım, tabakları yavaşça durulama telinin aralıklarına dizerken her seferinde bir kere canım Sevgi diyordum, yirmibeşi geçersem işim işti, oysa yirmidört bile beni kurtaramazdı. Sevgi uyuyordu, ben uyumuyordum, aşkımızın geleceğini hazırlıyordum, canım tabaklar diyordum, beni mahcup çıkarmayın ilerde, onun yani Sevgi'nin tabiriyle konuşuyordum, kendi kendime bile, mahcup etmeyin demiyordum, kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeğe çalışıyordum, ara sıra ellerimin bulaşığıyla gidip onun uyuyuşunu seyrediyordum, demek onu seviyordum, demek onu seviyorum diyordum kendi kendime.
Sessiz sedasız okuyorum burada. Hikmet'e bakılırsa okumam da duyuluyormuş. Gözleriniz çok ses çıkarıyor albayım, diye geldi bir gece yarısı. Üşenmemiş; pijamalarını çıkarmış, giyinmiş. Hakikaten okuyordum tesadüfen. Albayım, gene mi tarih? diyerek azarladı beni. Ben de ona diyorum ki: Gecenin bu saatinde neden kendini eziyete soktun? Sıcak yatağından çıkmanın ne faydasını gördün? Siz de, bir işe yaramadığı halde durmadan okuyorsunuz diye karşılık veriyor bana.
Belki yarın sabah soğukta uyanmanın bir anlamı olur, sana çay pişirmek gibi. Ayaklarımın ucuna basarak yürürüm yataktan kalkınca. Tahtalar gıcırdar. Hayır, zamanla öğrenirim hangi tahtaların ses vermediğini. Sonra ne yaparım? Uyanmadı, çayın hazırlandığından haberi yok diye sevinirim. Bütün hayatımı, en ince ayrıntılarına kadar düşünerek hesapladığım iyiliklerin hayaliyle geçirdim albayım. Artık ne olacaksa olsun istiyorum.
Hayalimdeki günleri bile böyle küçük hesaplarla geçirdim işte albayım. Aklımın içini örümcek ağları sardı; kafamın sandalyelerinde elbiseler, gömlekler, çoraplar birikmeğe başladı; kurduğum hayaller, bir bekâr odasının dağınıklığına boğuldu. Düşüncemin duvarlarına resimler aşmak istediğim halde bir türlü olmadı. Belirli noktalara biriken eşya, odamın çıplaklığını daha çok ortaya çıkardı.
162 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.