Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
160 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
Safveti Ziya’nın ilk romanı olan Salon Köşelerinde, Servet-i Fünun dergisinde yayımlanmış ve sansüre uğramıştır. Yazar, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra sansürün çıkardığı bölümleri ekleyerek, romanı asıl biçiminde çıkarmıştır. Kitap, gündelik yaşamdaki Batılılaşmayı yansıtması açısından önemlidir. Salon kültürü, vals ve balolarla etkisini göstermeye başlayan alafranga yaşama da yer vermiştir. Kozmopolit yapı ile şekillenen bu eğlence geceleri, romanın esas dokusunu oluşturmaktadır. Roman, Türk genci Şekip ile İngiliz kızı Lydia arasındaki aşkı anlatırken, arka planda işlenen konu, kendi milletine yabancılaşan ve başka milletlerin kültürlerini tanımaya çabalayan, Batı özentisi gençlerin de temsili gibidir. İmparatorluğun son nefeslerini verdiği o dönemde bir geçiş yaşayan insanların, milli ve manevi değerlerine de atıf yapılmaktadır. ‘Yabancıların içinde yabancı kalmak mı yoksa kendi milletine yabancı olmak mı?’ İkilemlerini yaşayan insanların düşünce yapısını inceleyerek, salonun dışında olan İstanbul’un renklerini ve salonun içindeki şatafatı da dikkat çekici bir şekilde anlatmaktadır. Dönem okuması yapmak ve insanların, kültürlerin nasıl medeniyet seviyesine ulaşabileceğine dair fikir üretmek isteyen herkese tavsiye ederim. Kitapla kalın🖌
Salon Köşelerinde
Salon KöşelerindeSafveti Ziya · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20191,173 okunma
Reklam
İzlenmesi gereken en iyi psikolojik filmler 1- Yağmur Adam (Otizm) 2- Benim Adım Sam (Zeka geriliği olan bir baba ve kızı) 3- Sol ayağım (Fiziksel engeli olan bir adam) 4- Guguk Kuşu (Psikiyatri kliniğinde geçen olaylar) 5- Aklım Karıştı (Psikiyatri kliniğinde geçen olaylar) 6- Akıl Oyunları (Şizofreni) 7- Wilber Ölmek istiyor (İntihar ve
II. Guillaume, 1898’deki ilk barış toplantısı vesilesiyle şöyle der: “Toplantı komedyasını iyi oynamak isterim, ama vals yaparken kılıcım da yanımdadır!” Tanger için yola çıkarken de şöyle seslenir: “Elimiz kılıcımızın topuzcuğundadır, kalkanımızı da yere dikmiş haldeyiz, yanıtımız mı? Sonu nereye varırsa varsın!” 1908’de Clemenceau demecinde şunları söyler: “Savaş var sanıyorum, kaçınılmaz olarak görüyorum onu... Onu kışkırtmak için hiçbir şey yapmayacağız, yapmamalıyız da, ancak savaş için de hazır olmalıyız.” Ertesi yıl, Fransız diplomatı Paul Cambon, gazetecilerden birine düşündüklerini şöyle açıklar: “Sizin gibi ben de barıştan yanayım. Ancak, inancım o ki barışı sağlamanın en yetkin aracı güçlü olmaktır. Öfkeli bir ülke, üstüne ilk gelenin avıdır, askeri bir ruhla dolu ve savaşa hazır silahlı bir ülke ise, saygı sağlayabilir ve savaşın korkunçluklarını savuşturmayı başarabilir...” Birleşik Devletler’in Başkanı Theodore Roosevelt’e göre de savaş kaçınılmazdır: “Yalnız savaş bize erkekçe nitelikleri kazanma olanağını sağlar; bu niteliklerse, bugünkü yaşamın insafsız mücadelesinden zaferle çıkmak için gereklidir.” Dreyfus davasının yeniden görülmesine karşı çıkarken, Dreyfus karşıtlarının savunduklarına inandıkları şey de ordunun onurudur.
Yine bir gül-nihâl aldı bu gönlümü hikayesi Abdülmecit Han bizim bildiğimiz imparator, diktatör, lider tipinin tam karşıtı bir kişilikti. Batı kültürüyle yetiştirilmişti. İyi Fransızca konuşur ve batı müziğinden hoşlanırdı. Babası II. Mahmut gibi yenilik yanlısı hükümdardı. Devlet idaresindeki batılaşma ve yeniliklerin musikide de yapılmasından
19 öğeden 11 ile 19 arasındakiler gösteriliyor.