Toplum hâlâ cinnet geçiriyor mu?
Ben bu konuda ne yazık ki büyük umutsuzum. Sokağa baktıkça, medyaya baktıkça, adalete, eğitime, üstümüze abanan şu kaba gerçekliğe baktıkça, ekonomiyi ve siyaseti hiç saymıyorum, kendime bile saygımı yitiriyorum. Toplum büyük uykusuna daha çok gömüldü. Onurunu koruyacağı bütün sözleri eşiklerinin altına gömdü. Hiçbir şiddet ona dokunmuyor. Gözlerinin önünde tanrısını assalar, huzurunu bozuyor diye o da asanlarla tanrısını asıyor. İçini dışını ölüm sularıyla yıkamış. İnsan bu kötülükte yaşayamaz. Gelecek düşüncesi olamaz. Kimseye inanamaz. Güzelliği sevemez. İncelikle boğulur. Buradan ancak simsiyah bir toplum doğar ve gelir kalabalığın büyük nefretiyle ağzımızın üstüne kapanır.
Sadece ölülerin yası tutulmaz deniz kızı, bazen ölen anların da yası tutulur. Sen ve ben bu hüznü hayatımız boyunca taşıyacağız. Yaşanmayan anların yasını tutacağız.
Sayfa 551Kitabı okudu
Reklam
Aşktaki ilk ân, benim bizzat kendim için hür, otonom bir kişi olmak istemediğimi gösterir ve eğer ben böyle birisi olmuş olsaydım kendimi gayri mükemmel, zayıf, kusurlu ve eksik hissederdim. İkinci ân, kendimi başka bir şahısta buluvermem, onda hüküm sürmem şeklinde tezahür eder; buna mukabil o da bende kendine ulaşıverir. O yüzden aşk, aklın çözemediği en korkunç çelişkidir; o anda öz bilincimizin titizlik ve katiyetinden daha ağır bir şey yoktur; bilincin bu titizliği nefyedilir; oysa ben ona onayarak sahip olmalıyım. Aşk, tezadın yaratılması ve aynı zamanda çözülmesidir: tezadın çözülmesi olarak aşk, ahlâkî birlik ve uyum demektir.
İmzamı atarım
Eğitimin birbirinden çok farklı iki amacı bulunur: Bir taraftan bireyi geliştirmeyi ve faydalı bilgileri ona vermeyi amaçlarken, öte yandan Devlet ya da Kilise'nin istediği türden vatandaşlar üretmeyi amaçlar. Bu iki amaç uygulamada bir noktaya kadar örtüşür: Vatandaşların okuyup yazabilmeleri ve üretime yönelik işler yapabilmelerini sağlayacak bir miktar teknik beceriye sahip olmaları Devlet için uygundur; hiçbir fayda getirmeyecek suçlardan kaçınacak yeterlilikte ahlaklı bir karaktere, kendi hayatlarına yön verebilecek yeterli zekâya sahip olmaları da uygun bir şeydir. Fakat temel gerekliliklerin ötesine geçtiğimizde, bireyin çıkarları Devlet'in ya da Kilise'nin çıkarlarıyla çakışabilir. Özellikle de saflıkla ilgili olarak durum böyledir. Tanıtım işlerini yürütenler için bireylerin kolayca inanan tipler olması bir avantajdır, Öte yandan bireyler açısından eleştirel yargıda bulunma gücüne sahip olmak büyük olasılıkla daha faydalıdır; sonuç olarak Devlet, uzmanlardan oluşan, hepsine çok iyi maaş ödenen ve dolayısıyla da genel itibariyle statükonun destekleyicisi olan küçük bir azınlığın dışında bilimsel bir zihin mizacı yaratmayı hedeflemez. İyi maaş ödenmeyenlerin saf kişiler olmaları Devlet açısından avantajlıdır; bunun sonucu olarak okulda çocuklara onlara söylenen şeylere inanmaları öğretilir ve inanmadıklarını ifade ettiklerinde ise ceza verilir. Bu şekilde, ileri gelen yaşlılar tarafından otoriter bir şekilde söylenen her şeye inanmaya sevk eden bir şartlı refleks oluşturulur. Sayın okuyucum, siz ve ben, bu hayırlı tedbirden bağışık tutulmamızı hükümetlerimize borçluyuz.
Sayfa 182Kitabı okudu
"Mesele sensin, öyle mi?" dedi Uraz alaycı ve acı bir gülüşle. Kumru başını salladı. "Benim...'' dedim, "Mesele benim var oluşum. Mesele benim hayatım. Mutlu olmayı hak ettiğime inanmadığım bu dünyada birini mutlu edebilmeye çabalayıp, bocalayıp, onun da hayatını mahvetmek istemem..." Kumru sustu. Uraz ise her şeyi anlamıştı artık. "O biri..." dedi Uraz sakince, "Ben miyim?" Kumru başını salladı. Daha fazla beklemek istemedi, beklemek bekletmek demekti ve Uraz'ın zamanından çalmak istemiyordu. Karşısındaki bu genç adamı ne kadar severse sevsin bu duyguları hayatında istemiyordu artık.
Nuh Peygamber, "Ben yenildim Ya rabbi" buyuruyor. İnsan da birçok kez yenilir ama bir türlü bunu kendine ve Rabbine itiraf edemez. İşte asıl yenilgi bu itirafı yapamamaktır.
Sayfa 280Kitabı okudu
Reklam
geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir.
bazı duygular söze gelmiyor. söylemekle anlaşılmıyor. kalbimizdeki boğuntu biraz daha ağırlaşıyor. bizi, gerçeğimize biraz daha gömüyor. dilsiz çana çeviriyor. sonra bir gün, ömür hanım, parmaklarımızın baktığı yerlerden, kirpiklerimizin rüzgârlı kıvrımlarından, arzularımızın terleyen yalnızlığından bize gülümsemeye başlıyor. biz görmeye başlıyoruz. sevmeye başlıyoruz. acıyı anlıyoruz. yaşamaya inanıyoruz. boşluk menevişleniyor. ağaçlar var oluyor. böcekler konuşuyor. zaman, soluk alıyor. gökyüzünü öpüyoruz. dokunmanın tanrısal hazzıyla korkularımıza bile gülümsüyoruz. sevincin günahı yok artık! simsiyah kapamp yazdığım bir acı, şimdi binlerce insanda varlık buluyor, yaşama gücüne dönüşüyor. dünyayı ve insanı kavramanın kapısını aralıyor. yüreğin ve bedenin al yeşil atlasına sevinçler, kederler düşürüyor. insanların, başka hayatları saygıyla sevmesini sağlıyor. mutsuzluğun da bir yürek türküsü olduğunu, ben de insanlarla birlikte yeniden öğreniyorum. sözün gücüne ne kadar inanırsam inanayım, yazdığım yıllarda ömür hanım'ın varacağı yerleri bilemezdim. sanırım kimse de bilemezdi. şimdi biliyor muyum, hayır. anlamaya çalışıyorum. elimden gelen sadece bu. hüzünle seviniyorum... 2018-2019
Sayfa 46
Vernon Benjamin Mountcastle, 1918’de doğmuş ve hayatını nörobilim dalının gelişimine adayarak 2O15’te doksan altı yaşında ölmüş, alanında tanınmış bir Amerikalı bilim insanıdır. Birçok bilimsel ödülünün arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin en prestijli bilimsel ödülü olan NAS Aıvard in the Neurosciences ödülünü 1998’de kazanmıştır. John Hopkins Üniversitesi’nde bir öğrencisi Vernon’a, “Amerika’da üç binin üzerinde nörobilim profesörü var, neden onlardan biri değil de siz aldınız bu ödülü?” diye sorduğunda, “Araştırmalarımı öncü buldukları için bu ödülü verdiler,” cevabını veriyor. “Sizin araştırmalarınız niçin öncü?” sorusuna da gülerek, “Annem nedeniyle!” diyor ve anlatıyor; “Okuldan döndüğümde arkadaşlarımın anneleri, ‘Öğretmenin anlattıklarını öğrendin mi?’ diye sorarken benim annem, ‘Vernon, bugün öğretmene iyi bir soru sordun mu?’ derdi. Ben soru sormanın önemli olduğunu ve sürekli soru sormam gerektiğini annemden öğrendim.”
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.