Camus “Veba” romanında şöyle diyordu, yanlış hatırlamıyorsam. “İnsanlığın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan da beterdir.” Umutsuzluğa alışmayın. Hep bir umudunuz olsun.
Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede
Karanlığı emip emip de gebe kalan
Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan
Herkesin
Veba girmiş bir şehrin hem halkı
Hem seyircisi olduğu bir günde
Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke.
Her damlası bir zafer müjdecisi
Bir posta eri gibi
Yağmur yüzümüze değince
Çıkacağız yola.
Çıkacağız yola
Hesap günü gelince
Yağmur yüzümüze değince
Güneş bir mızrak boyu yükselince..
Zenginler aldıkları müstakil bahçeli villalara falan koşuyor ya. Güneye. Kırlıklara. Veba'da da benzerleri olmuş Avrupa'da... ("Tarih tekerrür etmez ancak kafiyelidir" demişti M. Twain)
Şehirler ceset dolu. Tayfaları ölmüş ıssız gemiler başıboş öylece bir oraya bir buraya dolanıyorlar denizlerde... Ölümden kurtulabilmek için şehir dışında malikâneler satın almış varlıklılar. Gerçi yapabilecek başka bir şey de mevcut değilmiş. O günlerin sloganı: doktora da gitsen aynı şeyi söylüyormuş: "Fugo cito, vade longe, rede tarde/ Çabuk kaç, uzağa git, hemen dönme" Bir zaman sonra; o gittikleri kır evlerinde sıkıntı basıp da, şehirdeki evlerine dönmek istediklerinde; önce mekanı dezenfekte edecek elemanlar tutuyorlarmış uzaktan o zenginler. Nasıl yapıyorlarsa. (1340'lar. --sülfürle yapılıyormuş tütsü işi--) Bu dezenfeksiyon işleminden sonra eve fakir bir kadın yerleştiriliyor, bir zaman sonra eğer kadın ölmezse dönüyorlarmış. Şehirdeki özledikleri o evlerine. Bak bak! Bu davranışın da, kendisi değilse de bir tür "kafiye"si başka başka biçimlerde karşımıza çıkmıyor değil. Tersini diyemem. Yalan olur.