Kadının insana derin bir keder, dipsiz bir umutsuzlukla bakan gözleri her türlü sevinci bastırdığı için mi, bütün damarları dışarıya vurmuş ama kanı çekilmişçesine, her zaman buz gibi soğuk elleri bu yaz sıcağında bile içini ürperttiğinden mi, göğsünü kaplayan irili,ufaklı çiller yıllar yılı sandık diplerinden çıkarılmamış çeyizlerin yararsız eskimişliklerini anımsattıklarından mı,bilinmez, daha ilk günden beri, yaşamın hazza dönüşmüş geçiciliği yerine, ölümün ürpertisini duyuyordu bu sarılışta, boynundaki buzdan kollar bir daha hiç çözülmeyecek,burada, bu kolların arasında sonsuza dek ağır ağır, göze göze çürüyecekmiş gibi bir duyguya kapılıyordu. Böylece bunca yıllık canlı,sıcak,devingen yaşamını sürdürmek varken, her sabah erkenden kasabadaki küçük eve gelerek sabırsızlıkla beklemeye başlıyor,kadının soğuk kollarını çözüp gitmesinden sonra da, ölümün eşiğinden dönmüş gibi, ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemeden, öylece uzanıp kalıyordu. Düşünebildiği tek şey, bundan böyle bu kadından başka hiçbir kadına el sürmek istemediği, bunun da artık bir geriye doğru sayma noktasına geldiğini gösterdiğiydi. Kısacası,gerçekten acıklı bir durumdaydı.
"Bu romanı büyük bestekârımız Eyyubi Bekir Ağa'nın ruhuna ithaf ediyorum" AHT
Mahur Türk müziği makamlarının en önemlilerinden biri, Tanpınar'ın romanlarında Ebubekir Ağa'nın, Dede Efendi'nin ve Neşati'nin mahur besteleri geçiyor.
“Gittin amma ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı
“Ömür boyu sürecek bir aşkla karşılaştırıldığında bir yaz mevsiminde yarım kalan nakışların, gürültü, pislik ve kötü kokuların ve sürekli bir sonraki öğünde ne yeneceğini düşünmenin ne önemi olabilir ki? Ayrıca, eğer benimle evlenirse bunu sürekli yapmam gerekecek ve buna alışmakta fayda var.”
şehrin üstünde tozlu bir ay silkinmektedir
mevsim yaz olmuş sonbahar olmuş ne umurum
değil mi ki o büyük istifhamın üzerindeyiz
birbirimizi seviyoruz
ve sevgimizden şüphe ediyoruz
Resûl’e inen (vahyi) duyduklarında, tanıdıkları hak nedeniyle gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Derler ki: “Rabbimiz! İman ettik. (Öyleyse) bizi şahitlerden yaz.”
Halalarında kaldığı yaz Nehludov’un içi baştan başa heyecan doluydu. Bu hal bir gençte hayatın güzellikleriyle önemini, insanoğluna verilen işin büyüklüğünü başkasının söylemesiyle değil, kendiliğinden ilk olarak kavradığı zaman görülür.
Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
Sen ülkemin yaz geceleri gibisin
Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
Beni unutma
Ah! saklı gülüm
Sen hem zor hem güzelsin
Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
Sen memleketim kadar güzelsin
Ve güzel kal”
Başımızın üzerinden geçip giden çaylaklardı. Joro yine de onları izlemeye devam etti, sırf zevk için. Yaz akşamının ürkütücü sessizliğinde, yırtıcılara baktım. Birden insanın tanımadığı erdemin, o nefis hafifliğin ne olduğunu anladım. Kuşlara bakınca kuşların dünyasından, kanat çırparak ilerleyen bu doğal zarafetten daha büyülü bir şey olamayacağını fark ettim..
156. Bize, bu dünyada da ahirette de iyilik yaz. Biz Sana yöneldik. Allah: "Azabıma hak edeni uğratırım, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu, takva sahibi olanlara, zekatı yapanlara ve ayetlerimize inananlara yazacağım." buyurdu.
Bu Ramazan sanki çok durgun ve sakin geçiyor,
sadece bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama hakkıyla Ramazan ruhunu yaşayamıyoruz sanki.
Belki yaz mevsimi olmadığı için belki de insanların artık “Ramazan da neymiş” diye göz aldı ettikleri için.Eskiden olsa sahurda “ya o son suyu içmeyecektim” derdik susayacağımız bile bile…Şimdi ne bileyim ya ben büyüdüm ya da insanların günahlardan dolayı kalpleri katılaştı bilmiyorum.Ama keşke yılbaşına diğer resmî günlere verdiğimiz değeri “Ramazan’a” da verebilsek…
“Benim Sevgili Aliye’m,
Mektubunu aldım. “Ben fena kız değilim, senin meyus olmayıp saadetin için hayatımı şimdi fedaya hazırım!” diyorsun. Aliye, bana böyle şeyler yazma… Sonra ben sana deli gibi âşık olurum. Senin ne iyi kız olduğunu biliyorum. Muhakkak ki hayatımda yaptığım ve yapabileceğim en iyi iş seninle hayatımı birleştirmek oldu. Bundan