Bir tarafta çok ciddi bir tavır takınan doğa bilimleri, diğer tarafta daha romantik bir üsluba sahip olan edebi entelektüeller. Birbirlerini anlamayan, birbirlerine sırt çeviren iki kültür olarak tanımlıyor Snow bunları. Aslında konu, iki kültürden ziyade binlerce kültür oalrak çeşitlendirilebilse de genel bir tanım ile bu iki başlık üzerinde duruyor.
Rede Konferansı'ndaki konuşmalarından alınan bu çalışma iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde doğa bilimlerinin öne çıkarıldığı, edebi entelektüellerin daha anlayışsız hatta okurların edebiyatta birbirlerine sıkça alıntılar yapmasını, bilimdeki tanımlamalardan bir farkı olmamasına rağmen bu alana yanaşmamalarını eleştiriyor yazar. Termodinamiğin İkinci Yasası ile Shakespeare'in aynı olduğunu savunarak buna örnek veriyor.
Burada edebi entelektüeller ile doğa bilimcileri karşılaştırması yapılırken ve de bir kültürün diğeri üzerinde daha etkili olmasıyla toplumsal gelişmişliğin daha iyiye ulaşacağını savunması sadece sorulardan ibaret. Sorular ve tavsiyeler aslında. Bir çözüm önerisini net olarak görebilmemiz çok zor.
İlginç bir konu da kitabın ikinci bölümünde işlenen edebi entelektüeller, sosyal bilimler, edebiyat içerisindeki önemli yazarların edebi eserleri ile kişisel düşünceleri ya da tavırlarının, edebiyat dünyasındaki yazarlar da özellikle bir uçuruma sahip olması. Kim tahmin edebilirdi ki Dostoyevski gibi bir yazarın bir kesime düşman olduğunu ya da muhafazakar, otokratik yönetim yanlısı olduğunu. Benzeri bir kaç yazar daha konu ediniyor kitapta.
Genel anlamda bu konferanstan çıkarabildiğimiz sanırım, edebi entelektüellerin doğa bilimlerine sırt çevirmeleri, toplumsal ilerlemenin önünde büyük bir engelin teşkil etmesidir. Eğitim kurumlarındaki beyhude çaba da buna büyük bir örnektir.