Bilirsiniz, hukuk her şeyin süresinde yapılmasını ister. Fakat bir süre vardır ki, kanunda yerini bulamazsınız. Ölüm cezasına hükmedilmesinden, bu cezanın yerine getirilmesine kadar uzunca bir süre geçer. Buna -korkunç süre- adını verebiliriz. Anayasalar işkenceyi yasaklayadursun. Bu süre işkecedir.
Bir dergide okumuştum. Amerika'nın bir kentinde, hükümlü, geceleyin, gizlice elektrik sandalyesine oturtulur, ceza böylece yerine getirilirmiş. Fakat sandalye çok akım çektiğinden, lambalar zayıflayınca, hükümlüler olayı öğrenir bağırmaya, eşyaları parçalamaya, ağlamaya başlarlarmış. Düşünmüşler, özel bir jeneratörle sakıncayı gidermişler. Şimdi kimse fark etmiyormuş.
Hocam Vasfi Reşit Sevük sıkıntı içinde öldü. Ölümü bana şu anıyı daima anımsatır: Ünlü bir baro başkanı ölürken yanında sevenleri toplanmıştı. Tok gözlüydü. O dönemde avukatlara kağıt para verilmezdi, bir ufak meşin torba içine birkaç altın konur, ayak ucuna bırakılırdı. Zaruret içinde yaşayan baro başkanına -Üstad, ayak ucunuza o kadar kese bırakıldı, neden böylesiniz?- diye soruldu. Yanıt şöyle oldu: Almak için eğilmek lazımdı, yapamadım.
Elimi tut dedi, tuttum.Adam soğuyordu. Eğer insanın nasıl soğuduğunu bilmezseniz, ölüm cezasını cesaretle savunursunuz. Öyle ya, herkesin ısısı kendine(!)
ölüm cezasına hükmedilmesinden, bu cezanın yerine getirilmesine kadar uzunca bir süre geçer. Buna korkunç süre adını verebiliriz. Anayasalar işkenceyi yasaklaya dursun bu süreler işkencedir.