Okumaya başladığımdan itibaren çok sıkıldığım bir kitap olduğunu söylemeliyim. Kitap belki de o kadar sıkıcı olmayacaktı çeviri kötü olmasaydı eğer. Çünkü cümleler o kadar kopuk, o kadar anlamsız, o kadar çeviri programı çevirisi gibiydi ki inanın ki başıma ağrılar girdi. Yazarın dili mi zordu, çevirmen mi çok ciddiye almadı bilmiyorum. Neyse ıkına sıkına bitirdim.
Kitapta bir kütüphanecinin (Hans Ullrich Kolbe) dansçı bir kıza (Jelena) olan tutkulu aşkı anlatılıyor.
1970’li yıllardan kalma bir "Aranıyor” afişinde eski bakıcısı Jette’nin fotoğrafını gördükten sonra Katia onun izini sürme çabasını yazıyor.
Çocuklukları aynı yerde geçmiş olsa da , onları yaş farkından ziyade başka bir şey ayırıyor. Jette bir Soğuk Savaş çocuğu, siyasi görüşünün arkasında duran ve her türlü eyleme katılan gerçek bir başkaldıran. Gazeteci Katia ise bir sonraki apolitik kuşaktan. Bir devrimcinin hayatı ancak can almak ile can vermek arasında geçebilir. Peki ya aşk? Hayatında ona yer olmuş mudur?
Cesaretine ve hatta öfkesine bile hayran olduğu Jette’yi yeraltına sürükleyen ve "Almanya’nın en çok aranan kadını" yapan sebeplerini ilmek ilmek araştırıyor. Hayatına giren ve neredeyse birlikte nefes aldığı her insanı sorguluyor, ama onu en çok kolayca söze dökülmeyenler ilgilendiriyor. Bu süre zarfında kendi hayatını da en büyük mahkemenin önüne çıkarıyor, vicdanının.
Yazarı, nasıl oldu da daha önce keşfetmedim diye kendime kızdım. Kuckart, usta bir sınır yıkıcı. Öyle farklı bir anlatımı var ki, beni benden aldı resmen
O kadar doyurucu bir eser ki, bu nasıl ilk romanı olur diye kendime sordum. Bu, elbette okuduğum son kitabı olmayacak.
Kuckart’ın kalemiyle tanışın derim