Dışarda aynı gün, aynı dünya, aynı insanlar. Ve ilk kez o gün anladım, bir odanın, bir evin, bir sokağın, bir şehrin bir insana düşmanca bir acı verebileceğini...
Duruşma yargıcı sordu "mahkemeye ihtimadiniz var mı?
Üçünde cevabı mahkemeye ihtimadımız yoktur"
Elli yılın bütün intikamını 20 gençten soruyorlar. Bununla kalmayacak daha ileri gidiyorlar üç ayda eşi görülmemiş zamların, vergilerin, hayat pahalılığın ve reformları engelleyen parti ve bakanların üzerine örtü çekilerek dikkatler bizim üstümüze toplanıp biz bu yirmi genç topun ağzına sürüluyoruz. İddianameyi okuduğum zaman cezanın suça değil, suçun cezaya uydruldugunu gördüm. Cezamızı biraz önce gördüğüm pazarlık tayin edecektir.
Haklı olarak belirtiyorum iddia makamını muhatap almıyorum ve mahkemeyi bağımsız yargı organı olarak kabul etmiyorum...
Bu mahkemenin sonucu adlı ve skandal olabilir fakat mahkemenin sonucu ne olursa olsun dediklerimiz gerçekleşecektir...
Taki vatanı Amerikan satanların ve gericilerin sonu gelene kadar . Bu kavga biz olmasak da devam edecektir.
12 Martta başlayan dönem Türkiye'nin üstündeki karanlığı dahada yoğunlaştırmisti. Sözde "söz özgürlüğü " düşünce özgürlüğü denen şey artık sözde bile değildi . Özellikle 1967lerde 1968lerden sonra giderek yaygınlaşan toplumsal ekonomik ve siyasal huzursuzluk 12 Mart la birlikte tek taraflı olarak ve bu kez sıkı yönetim uygulamalarıyla sürdürülmeye başlandı
Şimdi bu son yolculuklarından bakışları, saniyelerle sınırlıydı. Bakıştılar... Bir ömür boyu kadar uzun bir bakış... Ama bir kelebeğin ömrü kadar bile değil...
"Üç gündür yağmur yağıyor
üç gündür aynı şarkıyı dinliyorum
bu gün bilmem ki bu şehrin
hayatımdan yolduğu kaçıncı gün?
Buna da alışılır,
alışamadığım tek şey kendi yüreğim."
"— Neden aynı şarkıyı söylüyor herkes amca
avutmak için beni?
Rüyamda değil ki aradığım,
ay değil, güneş değil ki o;
sadece yüreğimde gözleri uğuldayan bir baba..."