Sinema hem resme hem sese dayanan bir görsel-işitsel
imler (işaretler) dizgesidir,
Sinema bir iletişim, bildirişim aracıdır,
Sinema bir anlatım aracıdır: düşünceleri, duyguları, olguları aktarabilir; gerçek ya da kurmaca bir evreni yaratabilir,
Sinema bir dildir: Bu dilin kendine özgü kuralları, özellikleri vardır. Ama aynı zaman; da ses öğesini de taşıdığından konuşma dili, müzik, doğal seslerle de desteklenen ve çeşitlenen bir dildir.
Sinema, sanatların birleşimi, ‘tüm sanat’tır: Sinema, sanatların en gencidir. Bütün öbür geleneksel sanat kollarından sonra çıkmış, bunlardan da yararlanmıştır. Bu özelliğiyle ‘yedinci sanat’ adını alan sinema, aynı zamanda, sanatların bir birleşimidir de.
Sinema bir araştırma aracıdır,
Sinema bir eğitim-öğretim aracıdır,
Sinema bir propaganda aracıdır,
Sinema bir eğlence aracıdır,
28 Aralık 1895 günü Lumiere Kardeşler'in Paris'teki
Grand Cafe'de halka yaptıkları ilk genel gösterileri ile sinemanın
beyazperde üzerindeki asıl serüveni başladı. 1896 yılı boyunca
"cinematographe" bütün dünyayı bir "rock'n roll" modası gibi sarıverdi.
Görüntünün büyük kütlesini güçlü çizgiler üzerine yığmak, en önemli bölümlerini güçlü noktalar üzerine toplamak yerinde olur.
Ufuk çizgisini çerçevenin tam ortasına düşmesinden kaçınmalıdır.
Omuz çekiminde gözler üst yatay güçlü çizgide ve genellikle
güçlü noktaya yakın olmalıdır.
Bir film kuşkusuz bir tablo değildir.
Kurallar ancak hareketsizlikte eksiksiz uygulanabilir. Film görüntüleri hemen her vakit devinimli olduğundan bu kurallar da geçerliliklerini çok kez yitirir.
Ama görüntülerinin güzelliğiyle dikkati çeken birçok filmde ve çerçevelemedeki ustalığıyla ün salan sinemacılarda bu kurallara uyar.
Güzel sanatlarda ‘altın sayı’ yardımıyla ‘altın oran’ı, ‘altın dikdörtgen’i oluşturan 1:1,618 oranına da çok yakındı (nitekim şimdi 35 mm.lik filme dayanan en kullanışlı geniş görüntülük işleminde 1:1,66 oranı kullanılmaktadır.
kurguyla amaçlanan şey, çekimlerin mantıklı sıraya göre dizmek değildir. Kurgu, eldeki çekimler arasında seçim yapmak, bunları çevirim oyunluğundaki (senaryosuna) sıralarına göre dizmek, bu çekimlerin uzunluklarını büyük bir titizlikle saptamak, çekimlerin içerik yönünden ilişkilerini göz önüne almak, bunları belirli bir anlatıma göre düzenlemektir.
Kurgu yardımıyla filme özgü uzam ve zamanı yaratmak, filmsel
gerçeği ve evreni kurmak, filme belli bir anlatım kazandırmak, filme akıcılık vermek ancak böyle sağlanabilir. Buna göre kurgu, çok yönlü ve çok karmaşık bir işlemdir. Kurguya gelinceye kadarki bütün çapraşık sinema çalışmaları da bir bakıma sinemacıya bir ham özdek (madde) hazırlamak anlamına gelir, işin asıl önemli bölümü kurguyla başlar. Bunun nedeni şudur: Sinemacı daha filmini çevirmeden önce yapıtını kafasında bir bütün olarak tasarlamıştır; çevirim oyunluğu bu tasarının kâğıt üstüne dökülmüş biçimidir.
Ne var ki filmin çevrilmesi bu tasarıya, bu çevirim oyunluğuna
ne denli uygun gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, yine de
sinemacının kafasında canlandırdığından değişik bir sonuç verir.
Asıl filmi, bu çekimleri düzenleyerek yeniden kurmak gerekir.
Bu da, görüntüleri taşıyan bu çekimleri, görüntüler arasındaki
ilişkiye göre düzenlemekle olur. Bir film her şeyden önce,
çekimler arasındaki bir ilişkiye dayanır.
Film müziği bestecilerinin olmayışı (Nedim V Otyam, Hulki Saner ya da Yalçın Tura'nın bu yoldaki çalışmaları henüz bu alandaki açığı kapatacak nitelik ve nicelikte değildir), "orijinal" olmayan parçaların seçilişindeki şaşılacak bilgisizlik ve zevksizlik gibi işin sanatla ilgili yönü bir yana, sesin beyazperdeye ulaşıncaya kadar geçirdiği teknik işlemler de tam bir bilgisizlik içinde yürütülmektedir. Tıpkı fotoğrafta olduğu gibi sağlam bir teknik bilgi gerektiren bu işi yapmaya kalkışanlar da yine çoğunlukla alaydan yetişme kimselerdir. Bundan dolayıdır ki, ses kaydı çeşitli seslerin tek kuşakta birleştirilmesi sırasındaki korkunç beceriksizlik, perdedeki ses kaynaklarına göre bir "ses derinliği"nin elde edilemeyişi, tabii seslerin (effects) kaydındaki
başarısızlık. . . giderilmedikçe filmlerimizde teknik bakımdan ortalama bir seviyeye erişmek bile ancak çok mutlu rastlannlara kalacak bir iştir. Görüntüden sonra sinemanın en önemli öğesi olan ses, bugün sinemamızda hemen hemen "yok demesinler" diye kullanılır bir özelliktedir.
"Sinemacılar" çağının başlangıcı, Türkiye'nin toplum yaşayışındaki önemli bir olaya, çok partili düzene geçiş döneminin serbest seçimler sonundaki iktidar değişikliğiyle tamamlanmasına rastlamaktaydı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye'yi yöneten tek parti, iktidarı başka bir partiye devretmişti. Hiç şüphesiz bu büyük bir adımdı. Bununla birlikte, daha ilk günden baş gösteren olumsuz gelişmeler de vardı. İktidara geçenlerin ilk zamanlarda, yıllardan beri süregelen sıkılardan bazılarına, son vermeleri; düşen iktidarın henüz yalnız kusurlarıyla uğraşılması, daha bir seçim öncesinden başlayan gerici hareketin yeni dönemle birlikte büsbütün hız kazandığını birçok gözlerden saklıyordu. Oysa, Atatürk devrimleri daha ilk günden tehlikeye girmişti. İktidarın başı daha iş başına geçişinin yirminci günü, bu devrimleri "millete mal olmuş ve olmamış" diye ikiye bölüyordu. Bunun yanı sıra, eğitim alanında, özellikle ilköğretim seferberliğinde gerilemenin başlaması ,Anayasa dilinin değiştirilmesi, dil devrimine her fırsatta hücuma geçilmesi, kültür ve sanat alanlarında daha önceki dönemde girişilen çalışmalara son verilmesi bunu izledi. Eğitim alanında, özellikle ilköğretim seferberliğinde gerilemenin başlaması, Anayasa dilinin değiştirilmesi, dil devrimine her fırsatta hücuma geçilmesi, kültür ve sanat alanlarında daha önceki dönemde girişilen çalışmalara son verilmesi bunu izledi.
Ertuğrul'un Türkiye'de 1922'den başlayarak meydana getirdiği
yirmi dokuz film içinde şu ya da bu bakımdan üzerinde durulması gerekenler, üçü geçmez . Bunlar, sırasıyla Ateşten Gömlek , Bir Millet Uyanıyor ile Aysel, Bataklı Damın Kızı'dır. Bunlar da 1939'dan önceki yirmi filmi arasında yer alır.
Sinemamızın ileriki gelişmesi bakımından, bu on yedi yıl
büsbütün boş geçseydi daha iyi olurdu; zira üç filmin kazandırdıkları yanında geri kalanların getirdiği kötü alışkanlıklar çok daha ağır basıyordu.
Türk sineması ilk adımlarını tiyatrocuların önderliği altında
attığı gibi, bu ilk dönemi izleyen on yedi yıllık sürede de çalışmalarına yine tiyatrocuların tekeli altında devam etti. Üstelik bu kez çalışmalar yalnız bir kişinin -M. Ertuğrul- yönetiminde yapılıyordu. Oyuncu kadrosu da, yine aynı kişinin yönetimindeki Şehir Tiyatrosu'ndan sağlanmaktaydı. Bu durum, Türk sinemasının gelişmesi üzerinde olumsuz etkiler yapmıştır.
Ertuğrul, on yedi yıl Türk sinemasını tek başına elinde tuttuğu
gibi, gerek doğrudan doğruya kendi yanında, gerekse başında
bulunduğu Şehir Tiyatrosu'nda yetişen rejisörler aracıhğıyla bu
olumsuz etki günümüze kadar sürd ü . Hiç şüphe yok k i , bu,
Türkiye'den başka hiçbir ülkenin sinemasında rastlanmayan çok
özel bir durumdu.