"1974 Adapazarı, Kasım ayı, önemsiz bir Pazar günüymüş,
Ailenin ilk çocuğu, sülalenin ilk torunu...
Oyuncaklı günleri ne de çabuk tüketmişim.
Mahalle mektebi niyetine Sabihahanım,
Rüştiye niyetine Sakarya Anadolu,
Sonra Ankara da; Hacettepe İşletme,
Kapı gibi diploma üstü damgalı, ince bir teskere kağıdı arkası imzalı...
Ardından aralıksız çalışma, üretme, koşturmaca...
Neden sonra, kalem ve kağıt; ve bir roman,
Kelimeler, birbirini kovalayan cümleler, birbirine yakın, birbirine düşman karakterler...
Biraz benden, çoğu sizden..."
-Serdar Çakan
Bizler, hayat boyu yalnızca üç farklı duyguyu ve türevlerini yaşarız. Mutluluk, coşku gibi benzer anlamlar da dahil; sevinci... Bazen keder gibi keskin, bazen gönül kırıklığı gibi basit de olsa; üzüntüyü... Ve pek tabii, şiddeti mevcut durumun kendisinden ziyade geçmiş öğretilerinize dayanan; korkuyu... Aslında tüm eğitim ve öğrenim mücadelenizin korkularınızı tanımlamak üzerine olduğunu söylesem, kabul eder misiniz? Okumaya başladığımız gün öğrenmeye de başlamış olduğumuz kurallar ve yasalara karşı aldığımız tavırlar, korku düzeyinize ince ayarlar yapmamıza neden olmaz mı? Olgunluk çağlarına geldiğimizde bizi delikanlılıktan uzaklaştıran ve cesaretimize farklı boyutlar kazandıran cevher, sahip olduğumuz asli kaynak, korkumuzu öğrenme sürecindeki performansımız kadar olmayacak mıdır?