Estetik alanda kuşkularımızı kendi irademizle askıya alırız. Seyrettiğimiz oyuna ya da okuduğumuz romana betimlenen olaylar gerçek olaylarmış gibi yaklaşırız. Yanılsamanın yanılsama olduğunu hem biliriz hem bilmeyiz. Sanat yapıtının dünyasına gireriz ve bir süreliğine estetik olmayan dünya önemsizleşir ya da en azından bilincimizde bir kenara çekilir.
Soruna Apolloncu yanılsamanın bizi varoluşun gerçekliğinden nasıl koruduğu sorusunu sorarak yaklaşalım: ...Eğer yanılsamanın yanılsama olduğunu biliyorsak, o zaman bütün koruyucu gücünü kaybedecektir. Şimdi, tam tersini, yanılsamanın yanılsama olduğunu bilmediğimizi varsayalım. Nietzsche’nin savı burada da çöker; zira yanılsama kavramı ona zıt bir kavramı, gerçeklik kavramını öngerektirir gibi görünmektedir...Örneğin Foucault yaptığı tarihsel çalışmaların günümüzde belli siyasi sonuçlar yaratma amacıyla yazılmış kurmaca yapıtlar olduğunu söylediğinde, kendini Nietzsche ile aynı konumda bulur. Eğer Foucault'nun okurları onun tarihle ilgili oldukları iddia edilen yazılarının kurmaca olduğunu bilirlerse o zaman bu yazıların herhangi bir rasyonel standarda göre siyaset üzerinde istenen sonucu yaratması mümkün değildir. Öte yandan okurları onun yazılarının kurmaca olduğunu bilmezlerse de bu yazılar okurların uzlaşılmaz bir gerçeklikle (bu gerçekliğe de bir kurmaca desek bile) kurdukları ilk temasta yetersiz kalacaktır.
Sokratesçi kültürde insanlar bilgi sevgisi sayesinde ebedi varoluş yarasını iyileştirebilecekleri vehminin esiridir. Sanatsal kültürde gözlerinin önünde uçuşan ayartıcı güzellik tülünün tuzağına yakalanmış durumdadır. Trajik kültürde ise fenomenler girdabının altında ebedi hayatın akışının şaşmaz bir biçimde sürüp gittiği inancı onlara metafizik bir avuntu verir...Nietzsche’nin görüşünde, insanlar gerçekliğin yüküne dayanamazlar. Sonuç olarak, kültür ancak yanılsama sayesinde serpilir, hatta hayatta kalır.
Ancak Dionysosçu olanın gerçekçi olmaktan çok esrimiş olduğu ortaya çıkar...Her halükarda tülün Dionysosçu yırtılışı kalıcı olduğu gibi fasılalıdır da: çünkü gerçekliğin derinliklerine sürekli olarak dolayımsız bakışlar atmak, kültürden barbarlığa dönmeye yol açacak kadar ürkütücü bir şey olurdu. Demek ki kültürün sınırları içindeki baskın eğilim Apolloncu olanın sürekli geri dönmesi, yanılsamanın sürekli yeniden ortaya çıkması yönündedir.
Yunanları barbarlığa karşı koruyanın Apollon olduğunu söylemek, aynı zamanda Yunan kültürünün yanılsama üzerine kurulmuş olduğunu da söylemek demektir. Dahası, genel olarak kültürün bu şekilde kurulduğunu söylemek demektir; çünkü Nietzsche'ye göre kültürün modelini Yunanlar sunar. Nietzsche Apolloncu olanı, düşle, fantaziyle, benzetiyle, yanılsamayla, delilikle ve aldatmayla (özdeşleştirmiştir.)...Nietzsche'ye göre, Apolloncu Maya tülü bizi varoluşun acımasız gerçekliklerine karşı korumaya çalışır. Bizi "şenlikli yanılsamanın sağaltıcı merhemiyle" iyileştirir. Bize "güzellik tülüyle uyumsuzluğun üzerini örtecek harika bir yanılsama" verir. Ama Dionysos da aynı şevkle, Apolloncu tülü yırtıp atar, "Varlığın Anaları"na, "gizemli asli birliğe" giden yolu açar.
Apollon Dionysos'u öldürmemiş, sadece yola getirmişti. Yunanlar dışındaki halkların Dionysosçu şenlikleri çoğunlukla kaba doğal boşalımlara dönüşüyordu. Yunanlarınki ise tersine "dünyanın kurtuluşu şenlikleri ve biçim değiştirme günleri" haline geliyordu ve normalde insanı insandan ayıran principium individuationis'i (birey olma ilkesi) yıkan Dionysosçu eğlenti sanatsal bir fenomen karakterine bürünüyordu. Uzun lafın kısası, barbarlık ile kültür arasındaki farkı yaratan "Apollon şahsiyeti"ydi. Barbarlar, Dionysosçu itkilerine gem vurulmadığı için barbar kalıyorlardı. Yunanlar ise Apollon'un etkisiyle bu itkileri yeniden yönlendirip dönüştürdükleri, onları salt bir doğa ifadesi değil, birer kültür bileşeni haline getirdikleri için Yunan olmuşlardı.
Nietzsche aslında, Apolloncu olanın oynadığı kültürel rolle çok daha fazla ilgilenir. Nietzsche’nin görüşüne göre, bütün ilkel halklar Dionysosçu enerjilerden nasiplerini fazlasıyla almışlardır. Antik dünyanın her köşesinde şu ya da bu türden Dionysosçu festivallere rastlanabilirdi ve bunların çoğu cinsel serbestliğe ve vahşi doğal içgüdülerin dizginlerinden boşalmasına dayanıyordu. Yunanları barbar muadillerinden ayıran şey, güçlü şahsiyetiyle "Gorgon'un kafasını, bu grotesk denecek kadar kaba saba Dionysosçu güce uzatan" Apollon'a duydukları bağlılıktı.
Nietzsche Apolloncu-Dionysosçu, yanılsama-gerçeklik ayrımına nihilistçe bir yön verir; çünkü Dionysosçu dolayımsızlığı tahammül edilemez bir durum olarak görür. Tragedyanın Doğuşu'nda Yunan kültürünün özünün "soylu yalınlığı"nda ve "sakin ihtişamı"nda (yani Apollon'a özgü özelliklerinde) bulunduğu inancını reddeder.
O (Apollon), insanı "Maya tülü"ne sarıp onu bütünüyle korkutucu ve acıklı varoluşunun acımasız gerçekliklerine karşı koruyan tanrıdır. Apollon onlarsız yaşamımızı sürdürmenin mümkün olmadığı yanılsamalar yaratıyorsa, Dionysos da Maya tülünü "parçalar" ve gerçekliğe doğrudan ve dolayımsız bir biçimde katılmanın yolunu açar. Bu kutuplaşma da Romantizmin estetik mirasının bir parçasıdır. Gerçeklik ile düş arasındaki "gerçekten gerçek olan"a katılma arzusu ile buna zıt, gerçekdışı fantazi dünyası içinde eğlenme arzusu arasındaki kutuplaşmadır bu.