Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Atilla Güney

Atilla GüneySosyolojinin Marksist Reddiyesi yazarı
Yazar
7.3/10
4 Kişi
7
Okunma
2
Beğeni
645
Görüntülenme

Atilla Güney Gönderileri

Atilla Güney kitaplarını, Atilla Güney sözleri ve alıntılarını, Atilla Güney yazarlarını, Atilla Güney yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
240 syf.
7/10 puan verdi
·
10 günde okudu
İddialı bir kitap, keskin bir üslup, uzlaşmaz bir tutum. Bu kitabı okuduktan sonraki ilk düşüncelerim bunlar. Ancak ne yazık ki, aşırı kavram kullanımı ve muhataplarının dilini yakalama çabasının, yazarın tezini savunma tutkusunu gölgelediğini düşünüyorum. Bu ağır jargon, konuya benim gibi belli bir mesafeden bakan okuru dışarda bırakıyor. Sosyoloji disiplininin ta kuruluşundan itibaren Marksizme bir alternatif olarak tasarlandığı, temellerinin iradeci bir şekilde kapitalizmi meşrulaştırmak üzere kurgulandığı, ardından gelen postmodern epistemolojinin bu temeller üzerinde yükseldiği ve Türkiye'deki uzantılarının bu çizgiye katkı koymak bir yana, bir dinin müritleri düzeysizliğinde bir çarpık taklitçiliğe battığı iddiaları savunuluyor. Ancak ortalama okur için, anlaması zor bir kitap...
Sosyolojinin Marksist Reddiyesi
Sosyolojinin Marksist ReddiyesiAtilla Güney · Yordam Kitap · 20197 okunma
“Bizi en çok geleceğe ilişkin sosyalizm inancının yokluğu yıkıyor” diyordu Fredric Jameson. Bir sömürü düzeneği olarak kapitalizmin yıkılabileceğine dair inançsızlık, piyasanın gündelik yaşantımızın her ayrıntısına, düşüncelerimize, yaşamı algılayışımıza ve eylemlerimize sinmesinin yarattığı umutsuzluk halini boca ediyor.
Atilla Güney
Atilla Güney
Sosyolojinin Marksist Reddiyesi
Sosyolojinin Marksist Reddiyesi
Reklam
O devasa bürokrasi, yönetim sistemleri örgütlenme biçimleri, rasyonel aklın bir ürünü değil, sürekli kâr elde etme isteğinin hesapsızlığının bir ürünüdür.
Weber’in gücü, kuramın veya yönteminin sağlamlığından gelmez; daha çok bir ideoloji veya sosyal bilimsel davranış tarzı olarak toplumsal olguları algılayışımız ve yorumlayışımız üzerinde bıraktığı kaçınılması zor etik anlayışından kaynaklanır. Bilim insanlarını cezbeden ise bu idealizmin doğurduğu rehavet, sorumsuzluk, toplumsal çatışmalar karşısında sözümona tarafsız duruşun verdiği kayıtsızlıktır.
Nasıl ki felsefe alanında başlayan Alman irrasyonelizmi, Nietzsche ve Weber üzerinden Martin Heidegger ve Carl Schmith’le zirvesine ulaşmış ve Hitler faşizmine varmışsa, Weber’in kültürcü sosyoloji anlayışı da soğuk savaş döneminde özellikle üçüncü dünyanın akademik varoluşlarında yankılanıp bugün postmodernizm ve post yapısalcılıkla tahtını sağlamlaştıran uzun bir yol izlemiştir.
Reklam
Tarihsel maddeci bilimin temel konusu, hiç şüphe yok ki maddi üretimdir. Ancak üretimden anlaşılması gereken, toplum içinde üreten bireylerin, dolayısıyla toplumsal olarak belirlemiş bireylerin üretimidir. Sosyoloji bilimi, toplumsal olarak belirlenen üretim ilişkileri içerisinde eyleyen, bir biriyle ilişkiye giren insanın yerine, insan doğasına atfedilen güç istenci ile zehirlenmiş biçimde birbiri üzerine tahakküm kuran ve bunu yaparken de her eyleme anlam yükleyen “fail”’i yerleştirmiştir.
Zira ortada biteviye devam eden bir sömürü ilişkisi varsa, tarafsız ve objektif bilim naraları atmanın ne anlamı olabilir ki!
Sosyoloji, modern bilim kılığına bürünüp bir toplumun yakın tarihinin neredeyse tümünü din-devlet ilişkisi olarak ele alıp aslında bir bakıma verili tahakküm ilişkilerinin gerçek nedenlerini peçeleme işi görüyorsa, nesnesinin kendisine dönüşmüş, ideoloji biçimi almış demektir.
Bir sömürü düzeneği olarak kapitalizmin yıkılabileceğine dair inançsızlık, piyasanın gündelik yaşamımızın her ayrıntısına, düşüncelerimize, yaşamı algılayışımıza ve eylemlerimize sinmesinin yarattığı umutsuzluk halini üzerimize boca ediyor. Kuşkusuz bu inancın oluşumunda, toplumsal tarihimize salt düşünceler ve ideal kurgular üzerinden yaklaşan, insani eylemi, sınıfsal mücadeleleri görmezden gelen, yok sayan bir sosyoloji anlayışının etkisi inkar edilemez.
Reklam
Birkaç nesildir, ülkede neredeyse tüm toplumbilim çalışmalarının üzerine çöreklenmiş, emperyal tahakküm kurmuş idealist toplumsal tarih anlayışının boyunduruğu altındayız.
“Tek başına materyalizm, bilinçten bağımsız olarak varolan bir ‘öte’, ben olmayan, metafizik bir madde anlayışına (kavramına)sarılmak zorunda kalır. Bunun yerine birbiriyle ilişkili madde-madde ve madde-bilinç diyalektiğini koymak gerekir. Diyalektik bize şeylerle değil ilişkilerle ilgilenmemizi söyler ve hatta ilişkiler dışında bir şey olmadığını söyler: Karşıtların birliği, fark olmadan özdeşliğin olamayacağı, zıtların her birinin diğerini öngörüp ima edeceği , parça-bütün, özne-nesne, neden-sonuç, olgu-kavram ilişkisi bu mantığa işaret eder. “
Sayfa 217 - Yordam KitapKitabı okudu
“Doğrudan üretim alanında kapitalizm muazzam bir gelişme yaratırken, üretken güçleri rasyonelleştirip metalaştırırken, çoğu zaman maddi gelişim pahasına dumura uğratılan insanın özünün, emek sürecinden çıkarılarak yabancılaşmış biçimler altında, siyasal ,ideolojik,dinsel bölgeye kanalize edildiği anlamına gelir. Belki de bu nedenle Eagleton üstyapı olarak tanımlanan bu alanı “tıpkı nevrotik bir semptom gibi bastırılan bedenin ,rahatsızlığını işaretlerini okumayı bilenlere gösterdiği yer “olarak tanımlar.”
Sayfa 142Kitabı okudu
“Geçmişten gelen tüm tabulardan kurtulmadıkça gerçek bir devrim olmaz...Önce ölüler kendi ölülerini gömmelidir.” ( ‘Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i~Karl Marx)
Sayfa 140 - Yordam KitapKitabı okudu
“-Bir zamanlar cennetin gerçekten cennet olabilmesi için yeryüzünde bir cennetin olmaması gerektiğini söylemiştiniz. - Evet... yeryüzünde öyle bir cehennem inşa edelim ki, hayatlarımızın dehşetine denk gelecek bir cennete mutlaka ihtiyaç olsun. Önce yeryüzünde cehennemi hak edelim . - O zaman cehenneminizi yeni dünyada kurun Senyör ; mezarlığınızı putperestlerin tapınakları üzerinde yükseltin. (C.Fluentes, Terra Nostra)
Sayfa 117 - Yordam KitapKitabı okudu
22 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.