Biz Hristiyan değiliz, derdi köylülerim; İsa Apuleia'ya uğramadı. Hristiyan onların dilinde insan demektir. Onların ağzından sık sık duyduğum bu söz belki aşağılık duygusunun acı belirtisiydi sadece. Biz Hıristiyan değiliz, biz insan değiliz; insan diye değil hayvan diye bakarlar, bize, birer yük hayvanı gibi. Hayvandan da aşağı sayılırız, ecinnilerden bile aşağı, çünkü onlar melekçe olsun şeytanca olsun kendi hayatlarını yaşarlar; bizse ufkumuzun ardındaki Hristiyan dünyasının baskısı, üstünlüğü altında ezilmişiz. Ama bütün sembolik deyimler gibi bu sözün de kelime kelime anlamı daha derine gider: İsa gerçekten Eboli'ye uğramamıştır
Eline geçirebildiği köylülerden, eline geçiremediklerinin parasını alıyor. Hekimlik mesleği onun için derebeylik haklarına benzer bir haktır: köylü kısmının ölüm kalım işleri ona verilmiştir. Ama zavallı hastalar yan çiziyor anlaşılan bu kutsal hakkına: o da küplere biniyor. Bir canavar hıncı var içinde zavallı köylü sürüsüne karşı. Bu hınçla öldürdüğü köylülerin az olması hiç de onun iyi niyetlerinden ötürü değildi; hepsini öldüremiyordu, çünkü bir insanı öldürmek için bile biraz olsun bilim gerekiyordu. Şu ilaç, bu ilaç umurunda değildi. Hiçbirini bilmiyor, bilmek merakına da düşmüyordu. İlaçlar, onun kendi haklarını korumak için kullandığı silahlardı. Bir savaş adamı, bir derebeyi kendini saydırmak için ok ve yay da kullanabilir, kılıç da, kama da, hançer de. tabanca da.
Köylüler hayvanlarıyla birlikte ağır ağır yokuşu çıkıyor, evlerine dağılıyorlardı. Karanlık, esrarlı, umutsuz dünyaları içinde her gün, her akşam hep aynı gidiş geliş; bir denizin sonsuz uzanış ve çekilişleri gibi. Ötekilerin, ağaların gündelik hayatını da yeterince biliyordum artık: Bu hayat yapışkan, manasız bir örümcek ağı gibi tiksindiriyordu beni. Üstümde hissetiğim bu ağ, çıkarların, aşağılık hırsların, sıkıntıların, aç gözlülüklerin, düşkünlüğün, tozlu, küflü ama esrarsız kör düğümüydü. Bugün de, yarın da, her zaman da köyün tek yolundan geçerken onları meydan yerinde hep böyle göreceğim.
Kinli, garezli dert yanmalarını dinleyeceğim. Ne işim vardı burda benim?
Köylüler için Devlet Tanrıdan daha uzaklardadır, çünkü Devlet hiçbir zaman onlardan yana olmamıştır. Devletin politika yolu, kuruluşu, programı ne olursa olsun. Köylüler anlamıyor bütün bunları; bir başka dil bu onlar için; anlamak istemeleri için bir sebep lazım, o da yok. Devlete karşı, propagandaya karşı bir tek korunma çareleri var, o da sabretmek: tabiatın belaları karşısında nasıl cennet umudu olmadan boyun eğip sabrediyorlarsa öylesine
sabretmek. İşte bunun için politika savaşlarından hiç bir şey anlamamalarına şaşmamak Iazım. Politika savaşı onlar için Romadakilerin birbirleriyle geçinememesinden doğar. Sürgünler ne düşünüyormuş, onları buraya ne diye yollamışlar, nelerine gerek onların? Ama yine de sürgünlere iyi gözle bakar, onları kardeş sayarlar, çünkü bir takım esrarlı sebepler onları da kendileri gibi mazlum durumuna sokmuştur.
Gerçekten becerikli bir adamdı: küçük ameliyatlarımda yardıma çağırıyordum onu, hastalara iğne yapmaya da yolluyordum. İzinli değilmiş bunları yapmaya. Neye gerekti izin?Çok iyi başarıyordu bu işleri, ama ille de gizli yapacaktı; çünkü İtalya ünvanlar ve diplomalar memleketidir; çünkü kültür bir koltuğa yükselip onun haklarını ölesiye korumak için elde edilen bir şey olmakla kalır. İş diplomalı bilime kalsaydı Gagliano'da bir çok köylüler ömürleri boyunca topal gezerlerdi. Ayaklarını borçlu oldukları adam bu kaçakcı Figaro'dur, bu sinsi, bu yarı büyücü, yarı hekim, hükümetle, jandarmalarla cenkleşen tez ayaklı, tez kafalı adam.
Bir insanın resmi o insandan bir şeyi, bir görünüşü eksiltir. Ressam bununla bir üstünlük kazanır, resmini yaptığı insanı avucuna almış gibi olur. Birçoklarının fotoğraf çektirmekten kaçınmalarının bilinçsiz sebebi budur.
Bu hınçla öldürdüğü köylülerin az olması hiç de onun iyi niyetinden ötürü değildi; hepsini öldüremiyordu, çünkü bir insanı öldürmek için bile biraz olsun bilim gerekiyordu.
Bütün ağalar partiye yazılmıştı. Doktor Milillo gibi tek tük ayrı kafada olanlar bile. Neden dersiniz, parti demek hükümet demek, devlet demek, baştaki güç demekti; onlar da tabii kendilerini bu güçle birlik sayıyorlardı. Bunun tam tersi bir düşünceyle köylüler partiye yazılmış değillerdi, hangi parti olursa olsun yazılacakları da yoktu. Faşist değillerdi, liberal de olamazlardı, sosyalist de, daha bilmem ne de. Çünkü bütün bu işlerin onlarla ilişiği yoktu. Bir başka dünyanın işleriydi bunlar. Hiçbir anlamları yoktu onlar için. Hükümetle, gücü kuvveti olanlarla, devletle ne alışverişi olabilirdi onların? Devlet, ne türlü olursa olsun Roma'dakilerin devletiydi. (...) Dolu neyse, toprak kayması neyse, kuraklık, sıtma neyse devlet de öyle bir şeydi.