Savaş sonrası bağımsızlık elde edilindiğinde, felsefe tarihi ile sıkışmış tuhaf bir durumdaydık. Yanlızca Hegel’e, Husserl’e ve Heidegger’e giriş yapılmaktaydı; genç köpekler gibi, Ortaçağ’dan daha bağnaz bir yolda ilerlemekteydik. Ne mutlu ki Sartre denilen kimse orada bulunmaktaydı. Sartre, o bizim «dışarımızdı», o tam tamına avlunun arkasından gelen rüzgardı.