Biz; din hususunda, örneğin Allah (azze ve celle)'nin sıfatları hususunda, insanların kendisine inanmayı kulluk edindiği şeyler hususunda; müslümanlar arasında ortaya çıkan, onların aralarında dolaştırdıkları, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dayandırıncaya kadar seleflerinden aktardıkları kabir azabı, iki meleğin sorgusu, Havz, Mîzân, Sırât, cennetin nitelikleri, cehennemin nitelikleri, iki fırkanın ikisinde ebedî kalacak olmaları gibi hususlarda vârid olanların her biri üzerinde düşündüğümüz zaman bunların hakikatlerini akıllarımızla idrak edemeyeceğimizi görürüz. Fakat emredilen bunları kabul etmek ve bunlara iman etmektir.
Dinle ilgili bir şey işittiğimizde ona aklımız ererse ve onu anlarsak bundan dolayı Allah'a hamd olsun ve O'na şükürler olsun! Başarı O'nun tarafındandır. Onu idrak edemezsek, anlayamazsak ve aklımız ona ermezse; o zaman ona iman eder ve onu doğrularız. Onun Allah'ın rububiyyeti ve kudreti kapsamında olduğuna inanırız. Bu konuda O'nun ilmini ve dilemesini yeterli görürüz. Allah Teâlâ böyle bir konuda şöyle buyurmuştur: "Sana rûhu soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin işlerindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir." (İsrâ, 85) Yine Allah Teâlâ "Dilediği hariç ilminden bir şeyi kuşatamazlar" (Bakara, 255) buyurmuştur.