Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ebu'l Muzaffer Es-Sem'ani

Ebu'l Muzaffer Es-Sem'aniEhli Hadis Müdafaası yazarı
Yazar
10.0/10
4 Kişi
9
Okunma
2
Beğeni
329
Görüntülenme

Hakkında

İlk eğitimini Hanefî fakihlerinden olan babasından, Ebû Gānim Ahmed b. Ali b. Hüseyin el-Kürâî ve İbn Ebû Heysem diye tanınan Muhammed b. Abdüssamed et-Türâbî’den aldı. 461’de (1068) gittiği Bağdat’ta fıkıh ve hadis dersleri aldı. Ebû İshak eş-Şîrâzî ve Ebû Nasr İbnü’s-Sabbâğ gibi Şâfiî âlimleriyle müzakerelerde bulundu. Ertesi yıl Bağdat’tan Hicaz’a giderken yolunu kesen bir grup bedevî tarafından esir alındı. Bir süre onların develerine çobanlık yaptı. Bedevîlerin ileri gelenlerinden birinin nikâhını kıyacak bir âlim aranınca Sem‘ânî’yi tanıyan bir esir onun Horasan’ın fakihi olduğunu söyledi. Bunun üzerine Mekke’ye götürüldü. Mekke’de altı yıl kalan Sem‘ânî, Ebü’l-Kāsım Sa‘d b. Ali ez-Zencânî ve başka âlimlerden ders aldı. Burada Hanefî mezhebinden Şâfiî mezhebine geçti. Bunda Bağdat ve Mekke’de ders aldığı Şâfiî hocalarının etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kardeşine yazdığı bir mektupta Merv halkının itikadda kaderciliği benimsediğini, kendisinin mezhep değiştirerek Kaderiyye’yi terkettiğini söylemiştir. Merv’e döndüğünde (468/1075-76) Şâfiîliği benimsediğini açıklayan Sem‘ânî’ye kardeşi Ebü’l-Kāsım Ali ve ailesi şiddetle tepki gösterdi, halk tarafından kınandı. Merv’de oluşan huzursuzluk sebebiyle Tûs’a gitmek zorunda kaldı. Oradan Nîşâbur’a geçip medreselerde ders vermeye başladı, kısa zamanda bölgede şöhreti yayıldı. 479’da (1086) Merv’e dönüp Şâfiîler’e ait bir medresede talebe yetiştirmekle meşgul oldu. 23 Rebîülevvel 489 (21 Mart 1096) tarihinde burada vefat etti.
Tam adı:
Ebü'l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed b. Abdilcebbâr et-Temîmî el-Mervezî es-Sem'ânî
Unvan:
Şâfiî Fakihi, Kelâm ve Tefsir Âlimi
Doğum:
Merv, Türkmenistan, Ekim 1035
Ölüm:
Merv, Türkmenistan, 21 Mart 1096

Okurlar

2 okur beğendi.
9 okur okudu.
3 okur okuyacak.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Abdullah ibn Mes'ud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Kim birilerini örnek alacaksa Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashâbını örnek alsın. Çünkü onlar bu ümmet arasında kalpleri en iyi, ilim yönünden en derin, en az yük altına giren, en doğru yol üzere olan ve en güzel hâlde bulunan kimseler di. Onlar öyle bir topluluktu ki Allah onları Nebîsi (sallallahu aleyhi ve sellem)'e sahâbe olmaları için seçmişti. Şu hâlde onların faziletini bilin ve izlerini takip edin. Çünkü onlar dosdoğru yolun üzerinde idiler."
Sayfa 30 - ibn Abdilberr, Camiu Beyanil İlm ve Fadlihi, (1810)Kitabı okudu
Ebu Muzaffer Es Sem'âni şöyle demiştir: "Şunu bil ki bizimle bid'atçıları ayıran şey, akıl meselesidir. Onlar, dinlerini akıl üzerine kurdular, akla tabi oldular ve nakli, akla uydurdular. Ehl-i Sünnet ise şöyle dedi. Dinde asıl olan tâbi olmaktır; akıl nakle tabidir. Eğer dinin temeli, akıl üzerine kurulmuş olsaydı insanların vahye ve peygamberlere ihtiyacı kalmazdı. Dinin emir ve yasağı geçersiz olur ve dileyen dilediğini söylerdi. Yine eğer din, akıl üzerine bina edilmiş olsaydı mü'minlerin, akılları yatmadıkça hiç bir şeyi kabul etmemeleri gerekirdi.
Reklam
Bil ki bizimle bid'at ehlini ayıran şey akıl meselesidir. Çünkü onlar dinlerini aklî çıkarımlar üzerine bina etmişlerdir. İttibâyı ve eserleri aklî çıkarımlara tâbî kılmışlardır. Ehli Sünnet'e gelince onlar "Aslolan ittibâdır, akıllar ona tâbîdir" demişlerdir. Eğer dinin esası aklî çıkarımlar üzerinde kâim olsaydı mahlûkat vahye ve nebilere ihtiyaç duymazlardi. Allah'ın salavâtı onların üzerine olsun. Emir ve nehiy bir mana ifâde etmezdi. Dileyen dilediğini söylerdi. Eğer din aklî çıkarımlar üzerine bina edilmiş olsaydı müminlerin bir şeyi ona akılları ermeden önce kabul etmelerinin câiz olmaması gerekirdi.
Sayfa 101Kitabı okudu
Nebî ﷺ'in ashabından birçoğunu görmüş olan (tâbiinden) Ebû Kilabe (Abdullah b. Zeyd el-Cermî el-Basrî) şöyle demiştir: "Hevâ ehliyle oturmayın." Ya da "Tartışmacılarla oturmayın" dedi. "Onlarla konuşmayın. Zira ben sizi sapıklıklarının içine daldırmayacaklarından ya da bildiğiniz bazı şeyleri size karışık göstermeyeceklerinden emin olamam." ed-Dârimi "Sünen"inde (1/108), İbn Vaddâh "el-Bida"ında (55), el-Âcurrî "eş-Şerîa"da (56), İbn Batta "el-İbâne"de (362, 364, 367, 369), İbn Ebi Zemenîn "Usûlü's Sünne"de (236), el-Lâlekâî "es-Sünne"de (244) rivâyet etmiştir.
Biz; din hususunda, örneğin Allah (azze ve celle)'nin sıfatları hususunda, insanların kendisine inanmayı kulluk edindiği şeyler hususunda; müslümanlar arasında ortaya çıkan, onların aralarında dolaştırdıkları, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e dayandırıncaya kadar seleflerinden aktardıkları kabir azabı, iki meleğin sorgusu, Havz, Mîzân, Sırât, cennetin nitelikleri, cehennemin nitelikleri, iki fırkanın ikisinde ebedî kalacak olmaları gibi hususlarda vârid olanların her biri üzerinde düşündüğümüz zaman bunların hakikatlerini akıllarımızla idrak edemeyeceğimizi görürüz. Fakat emredilen bunları kabul etmek ve bunlara iman etmektir. Dinle ilgili bir şey işittiğimizde ona aklımız ererse ve onu anlarsak bundan dolayı Allah'a hamd olsun ve O'na şükürler olsun! Başarı O'nun tarafındandır. Onu idrak edemezsek, anlayamazsak ve aklımız ona ermezse; o zaman ona iman eder ve onu doğrularız. Onun Allah'ın rububiyyeti ve kudreti kapsamında olduğuna inanırız. Bu konuda O'nun ilmini ve dilemesini yeterli görürüz. Allah Teâlâ böyle bir konuda şöyle buyurmuştur: "Sana rûhu soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin işlerindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir." (İsrâ, 85) Yine Allah Teâlâ "Dilediği hariç ilminden bir şeyi kuşatamazlar" (Bakara, 255) buyurmuştur.
Sayfa 102Kitabı okudu
Henüz kayıt yok

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Reklam
Henüz kayıt yok