Yahudi felsefesi, varoluşçuluk, etik ve ontoloji ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Litvanya Yahudileri kökenli Fransız filozof olan EmmanuelLevinas 12 Ocak 1906 tarihinde Litvanya’nın Kaunas kentinde Dünya’ya geldi.
Yazar Lévinas’ın felsefesi II. Dünya Savaşı sırasındaki deneyimleriyle doğrudan bağlantılıdır. 1939’da Fransız ordusundaki subaylığı sırasında Rusça-Almanca çevirmeni olarak görev yaptı. 1940’ta savaş mahkûmu oldu ve subay olduğu için askeri bir çalışma kampına gönderildi. Kızı ve eşi EmmanuelLevinas'ın dönüşüne dek bir Fransız manastırında saklanmayı başardı. Ancak ailesinden geriye kalan herkes öldürüldü.
İlk büyük yapıtı, [Bütünlük ve Sonsuzluk] yayınlayarak kabul görmüş varlık bilim kavramının ötesine geçmek istedi. Yazar EmmanuelLevinas 25 Aralık 1995 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
Unvan:
Yahudi felsefesi, varoluşçuluk, etik ve ontoloji ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Litvanya Yahudileri kökenli Fransız filozof
Eserde Levinas daha çok Heidegger'in `varlık ve zaman` adlı eserine karşı çıkış sergileyerek yazmış diyebilirim. Bütün tezler varlık ve zamanı çürütmeye yönelik çünkü.
Kitap hakkında kısa bir tanım kullanacak olsam buna ''kesinli kesinsizlik'' derdim. çünkü ölüm her canlı için bir kesinlik ifade ederken ne zaman olacağı konusunda müthiş bir
Levinas felsefesinde özne, varlığa çırılçıplak maruz kalmış haldedir; bir başka deyişle varlık öznenin üzerine boca edilmiştir ve özne bu durum karşısında edilgenlik ve ıstıraplık içerisindedir. Varoluşun kıskaçlarından kurtulamayan öznenin içinde bulunduğu histir ıstırap. Levinas’ın uğraşı veya temel meselesi, özneyi egolojik sferden çıkaracak,
Tanrı’yı öldürmek ona özgürlüğünü vermektir.
Tanrı varsa üstinsan yoktur. Sorun üstinsanin var olamayışı degil Tanrı varken var edilemeyişidir.
Levinas’a göre: Nietzsche, Tanrı varsa, ben olanaksızdır diye düşünüyordu. Bu belki çok ikna edici, A B'yi yönlendiriyorsa, B artık özerk değildir, özneliği yoktur, ama bunu düşünürken biçimsel olanda kalmazsanız, içeriklerden başlayarak düşünürseniz, yaderklik diye adlandırılan konum, bambaşka bir anlama sahip olur. Öznelliğin başkasıyla ilişkisinde bilincin artık ilk sırayı almadığını söyleyebilirim. Benim görüşümde, çağdaş felsefenin bir kısmının insanı, insanca olandan hiçbir şey barındırmayan akla uygun, ontolojik bir sistemin basit bir eklemlenmesi ya da basit bir ânı olarak görmek isteyen eğilimine karşıtlık vardır. İnsanca olan, sonuna dek varlığın anlamı değildir; insan, varlığı anlayan bir varolandır ve bu anlamda, onun kendini göstermesidir ve böylelikle yalnız felsefeyi ilgilendirir.
Çağdaş felsefede, hümanizme karşı aynı sakınım uyanınca, özne kavramıyla da bir kavga vardır. İnsanca olanı kaplamayan bir düşünülürlük ilkesi istenir artık; öznenin, insanca yazgının tasasıyla kaplanmış olmayan bir ilkeye başvurması istenir. Bunun tersine ben, ötekiyle olan ilişkide bilincin birinci sırayı yitirdiğini söylerken, bu anlamda söylemedim; aksine, böyle düşünülen bilinçte insanlığın uyanışının bulunduğunu söylemek isterim.