Bozkır'ın kışı zorluydu, çok kar yağardı. Kar yağdığı zaman yukarı, yani dama çıkar, kar kürerdik. Tahtadan yapılmış Küreklerle karı damın kenarından asağı iterdik. Bütün karlar evin etrafına toplanırdı. Yaz günlerinde ise çok sıcak olurdu, dama bazen cul serer, onun üzerine yıkanmış buğday, fasulye yayıp kuruturduk. Dört mevsimi her şeyiyle hissederdik.
Bozkır'daki evlerin biri hariç, hepsi kerpiçtendi, kiremitli ev yoktu. Büyüdüğümüz o eve yıllar sonra sahip oldum. 1999 yılında, yani elli altmış yıl sonra kardeşlerime rica ettim, parasını verdim, babamın adına sağlık ocağı yaptırdım. "Mehmet Öz Sağlık Ocağı"nı hep oğlum yaptırdı zannediyorlar, oysa babamın adına benim yaptırdığım bir yerdir.
Bozkır'ın içinden çay geçerdi, nehir denemeyecek kadar küçük bir çaydı. Yazın kururdu, kışın ise sel getirip ortalığı yıkardı. Yedi bin yıllık geçmişi olduğu söylenen bizim kasaba o zamanlar çok fakir bir yerdi. Tek bir ilkokulu ve tek bir camisi vardı. Şimdi on sekiz camisi ve ancak iki ilkokulu var.
Galiba üç tane yüksekokulu oldu.
1930'lardaki Türkiye ise yokluk içindeydi; savaştan yeni çıkmış ülkede her şey yoktan var edilmeye çalışılıyordu. Üstelik hiçbir destek almadan... O zaman hiç bilmediğimiz dünyada yaşanan krizden bizim küçücük evimiz de payını alıyordu ve zor günler yaşıyorduk. Çarşıdan satın almaya zaten gücü müzün yetmediği ekmeği bile karneli aldığımız zamanlardı.