Ali Fuat'ın anlatımı ise daha ayrıntılıdır:
Günde kaç defa "Padişahım çok yaşa!" diye bar bar bağırdığımız devrin padişahı Sultan II. Abdülhamit gözümüzden yavaş yavaş duşuyordu. Tıbbiye'deki genç ve aydın Hurriyet taraftarlarının sürgünlere gönderilip ocaklarına incir dikildiğini duydukça iyice isyan ediyorduk. Bir gün bizim de başımıza böyle bir şey gelebilirdi. Devlet idaresinin iyi işlemediğini, suistimallerin alıp yürüduğünü, memurların ve subayların maaşlarını alamadıklarını, buna karşılık Saray'a mensup sırmalı hafiyelerle, dalkavuklarına maaşlarından başka keseler dolusu altın verildiğini haber aldıkça, Sultan Hamit'e aslında pek de güçlü olmayan güvenimiz büsbütün sarsılıyordu. Ordunun kötü eller yönetiminde değer ve saygınlığını yitirdiğini görüyorduk [...] Fakat kimse ortaya çıkıp "Nereye gidiyoruz, memleketi nereye götürüyorsunuz?" diye soramıyordu, sormak yurekliliğini gösteremiyordu. Doğunun alışık olduğu uyuşuk bir kadercilikle susuyordu. Çünkü Padişah'tan ve onun hafiyelerinden korkuyorlardı [...] Memlekette hürriyet yoktu. Biz genç Harbiyeliler, Fransız İhtilali Beyannamesi'nde insan hak ve hürriyetlerine verilen önemi gizli de olsa okumuş ve öğrenmiştik. 34
Sayfa 41 - Turkuvaz Kitapçılık | 34: Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk: Okul ve Genç Subaylık Anıları, İstanbul, İnkılap, 1999, s. 44-45