Çomakdağ Eskiye sadakat
Zamanın yarım asır öncede donup kaldığı, derin sessizliğin sadece horoz ve traktör sesleriyle bölündüğü, çocukluğumuzda kalmış köy manzaralarına ev sahipliği yapan Çomakdağ’da uzun yürüyüşlere çıkmak, kent yorgunları için bulunmaz bir dinlencelik. Taş döşeli köy sokaklarında yürürken herkes “hoş geldiniz!” diye sesleniyor buralarda. Hangi eve konuk olsak acaba? Güzel gözlü, sırma saçlı kızlarını nazlı nazlı yetiştirmiş, güler yüzlü ve konuksever Tenzile Abla’ya mı uğrasak? Yoksa para kazanma hırsıyla büyük şehrin yolunu tutan oğlunun hasretiyle yüklü Fatma Teyze’ye mi? Ne fark eder ki bütün evlerin kapısı açık bize. Yokuşlu köy yolundan çıkarken, hangi kapıda dursak o ev bizim evimiz. Köy kadınlarının gelinlik genç kızlara, asker yolu gözleyenlere, gurbete çıkacaklara nasihatler verdiği yer kapı önleri. Kadınların, genç kızların, hatta kız çocuklarının bile gün doğarken, “harım”a, yani tarlaya gitmesi âdetten. Zeytincilik, elbette en önemli geçim kaynakları, ama sonbahar aylarında Söke ovası’na mevsimlik işçi olarak giden de az değil. Kadınlar tarlalara el ayak çekti mi, derin bir sessizliğe bürünüyor köy sokakları. Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi burada da yaz aylarında serin yaylalara çıkmak eski bir gelenek. Antik çağlardan kalma harabelerin görüldüğü Çomakdağ’ın yüksek kesimlerindeki taş yayla evleri, kavurucu yaz güneşinden koruyor sahiplerini. Bir zamanlar antik Karia Uygarlığı’na hayat veren buz gibi kaynak suları, ısınmasın diye toprak testilerde saklanıyor. Yemek pişirmek için odun ateşinin kora dönüşmesi bekleniyor hâlâ, asırlardır olduğu gibi…