Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hagop Mıntzuri

Hagop Mıntzuriİstanbul Anıları yazarı
Yazar
8.6/10
30 Kişi
120
Okunma
15
Beğeni
1.627
Görüntülenme

Hagop Mıntzuri Gönderileri

Hagop Mıntzuri kitaplarını, Hagop Mıntzuri sözleri ve alıntılarını, Hagop Mıntzuri yazarlarını, Hagop Mıntzuri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ben kanımı kaynatan yazarlardan hoşlanırım, söyledikleri beklediklerim olan yazarlardan. İster şiir, öykü, roman, eleştiri, deneme veya düşün eseri olsun, hangi paralelden olursa olsun . İçinde benim istediğim alkolü taşıyan her eser sarhoş eder beni.
Sayfa 8 - ArasKitabı okuyor
Reklam
1915 yılı Nisan ayında İstanbul'daki Anadolulu Ermenilerin tehciri başladı. Ben zaten askerdim. Mayıs ayında memleketten mektup gelmedi. İki kez cevaplı telgraf çekildi, cevaplanmadı. Üçüncüsünde "Burada değiller, bilinmeyen bir yere yollandılar," diye cevaplandı. Dedem Melkon seksen sekiz yaşındaydı. Annem Nanik elli beş, çocuklarım, Nurhan altı, Maranik dört, Arahit iki, Haço dokuz aylık, karım Voğıda yirmi dokuz yaşında. Bunlar nasıl yürüdüler? Dedem Suazeg çeşmesine kadar gidemezdi. Gahmıhlı Kürt Temer gelmişti. Lusnikler'in, bizim kuzenin halasının çiftçisiydi. Ben bildim bileli onların evinin çiftçiliğini yapıyordu. Bizim kadar Ermenice bilir ve konuşurdu. Getirdiği habere göre, Ermenileri 4 Haziran'da köyden çıkartmışlar. Demişti ki, evlerinin kapılarını, kilise kapısı gibi öpmüş ve ayrılmışlar. Evinizde, sizden birisi ölse, siz de birlikte ölmez misiniz? Artık çalışabilir misiniz? İşlerinizi, içeri dışarı sürdürebilir misiniz?.. Ben askerdim, emir altındaydım. Bırakırlar mıydı ki oturayım? Akşama kadar ortada olmak zorundaydım. Ordunun askeri arabalarına ekmek saymak, öküzlerin yürüyüşüyle ekmek yetiştirmek durumundaydım. Haydarpaşa'daki sevkiyata, Çanakkale veya Anadolu cephesine giden askerlere, Kadıköy'deki, Kuzguncuk'taki depo alaylarına, Haydarpaşa Hastanesi'ne...
Her milletten sevdiğim yazarlar beni kendimden geçirdiler ve büyülediler.
Ekmeği müşterinin evine götüren ise fırıncı değil, tablakârdı (tabla,İtalyanca' dır). Bu kelime İtalyanlar'dan kalmış, diğer birçok deyim gibi. Çünkü Türkler, yıllarca ülkenin sahibi, fakat asker, idareci olmuşlar. Sanatkârları, tüccarları İtalyanlar ve Rumlar olmuş. Tablakâr'ın "kâr" eki de Farsçadır. Ekmeğin resmi adı ise ekmek değildi. Devlet ona "nân-ı aziz"derdi. Bu da Acemcedir. Ekmekçi esnafına da "Habbazan cemaati" denirdi. (Arapça "hubs"dan türemiş bir söz)
Surre Alayı . Surre, para kesesi anlamındadır. Her yıl Recep ayının 12. günü padişahın bulunduğu sarayda yapılan özel bir törenden sonra Mekke ve Medine'ye gönderilmesi gelenek olan hediyeler, harçlık ve sadakalar, İstanbul'dan yola çıkartılırdı. Süslenmiş bir deveye yüklenen surre, halkın duaları ve coşkulu uğurlayışı ile Üsküdar'a geçirilir, asıl konvoy buradan yola çıkardı.
Reklam
Evlerin birçoğunun kız evlatlığı da vardı. Bunları hayır için büyütür, evlendirirlerdi. Günlük yiyecekleri erkekler getirirlerdi. Hiçbir kadın, bakkala kasaba gitmezdi. Erkeklerin peçete kadar büyük mendilleri, bezden torbaları olurdu ceplerinde. O zamanlar kesekağıdı da adet değildi. Evin her türlü eksiği, mendille, torbayla taşınıyordu.Paşa konakları için böyle değildi. Konaklarda sekiz-on erkek hizmetkâr bulunurdu. Konakların kadınları da sokağa çıkabilirlerdi ama kesinlikle yalnız olamazlardı. Topluca çıkarlardı, yüzlerinde örtülerle, açık şemsiyeleriyle. Bu şemsiyeler, güneşten yağmurdan korunmaktan çok erkeklerin gözünden kaçınmak içindi. Kapalıçarşı'ya giderlerdi. İstanbul'un birçok çarşısı, pazarı, semt pazarları, sadece kadınların gereksinimleri için gezilirdi. Pazarlığı ise topluluğun yaşlı kadınları yaparlardı. Birbirlerinin evlerine karşılıklı misafirliğe gidilir gelinirdi. Yüzler her zaman örtülü ve yine topluca... Bu gidiş gelişlerin en görkemlilerini saray haremleri gerçekleştirirlerdi. Bir tören salonundan çıkıyormuşçasına, birer birer, tepeden tırnağa ipekten atlastan siyah örtüler, feraceler içinde, yüzlerinde türlü peçeleri yaşmakları, başlarında tüllü şemsiyeleri ile sokağa çıkarlardı. Yirmi-yirmibeş kadın veya daha fazla sayıda bir grup, haremağasının işaretiyle bir hizada ve üç çift sıra halinde adeta bir geçit başlatırlardı
Ancak bütün müşterilerimiz köşklerde yaşamıyordu. Köşklerin hepsi dokuz-on taneydi. Ötekiler, tek katlı, birkaçı da üç katlı evlerdi. Bunların harem ve selamlık bölümleri yoktu. Ev, bütünüyle haremdi. Evin beyi ile oğullarından başka, yabancı bir erkek giremezdi. Bakkal, gezgin satıcı veya biz, dışarıdan, yani sokaktan yapardık alışverişi.
Bi şey değişmemiş
Sultan, kendinden öncekilerin yaptığı gibi yılda iki kez, iki bayramda, bizim fırının karşısındaki Sinan Paşa Camisi'ne bayram namazı kılmaya gelirdi. Onun gelişinden önce, yılın bu iki günü olağanüstü anlar yaşardık. Çarşıdaki canlılık tam anlamıyla durur, her şey ertelenirdi. O sabah, her sabah yaptıklarımızı yapamazdık. Ekmekleri yükleyip semt semt dağıtabilmek için atları getiremezdik.
Reklam
O zaman Türkçe okuma yazmasını bilen sadece bendim. Herkesin mektubunu ben yazar ve okurdum. Resmi yazıları da bana okuturlardı. Yanımızdaki bakkalın senetlerini yazardım. Kendisi dedamadı da Karamanlıydılar. Bakkallıktan başka, Tophane ve Beşiktaş'taki meyhanecilere faizle para vererek de geçimlerini sağlıyorlardı. Kalıplaşmış deyimlerim vardı; her birini yeri geldikçe kullanırdım. "Bâd-i tastir-i sened oldur ki" gibi. Arapça ve Farsça kelimeler kullanmam gerekirdi. "Aldım" demezdim "Ahz u kabz eyledim"; "verdim" demezdim "itâ eyledim" derdim. İstanbul,Deraliyye, Dersaadet, Asitâne-i Saadet'ti. Yukarı, aşağı yerine "Azbıder-i bâlâ", "Azbıder-i zîr";köy'e "kariye", ekmeğe "nân-ı aziz", Getronagan'a "Mekteb-i merkez-i kebir", ilk kısmına "Mekteb-i merkez-i sagir" derdik. Türkçemi köyümden getirmiştim. Zaten Ermeni okullarında Türkçe demek, Osmanlıca demekti. Dilekçe, resmi yazı, ticari senetler yazmak için bu dil öğretilirdi. Okuduğumuz kitapların yazarı Mihran Apikyan, imzasını "Mihri" diye atardı. Yazı kamışla yazılırdı. Mürekkebi kurutmak için renkli bir kum, "rıh" kullanılırdı. Ben, yazdıklarıma yeşil rıh serperdim. Herkes imrenirdi, ben de gururlanırdım. Musa Çavuş, mektuplarını yazdığım için günde birkaç kez bana çay verirdi. Bir gün mektup gelmiş. Ben orada yoktum, okuyacak kimse bulamamışlar. Saraylı ağalar da okuma bilmezlerdi.
Şiir, sanat, edebiyat insandır, insanın söyledikleri ve yaptıklarıdır. Endüstri ve makine her şey değildir. Zenginleşmek, iyi giyinmek, iyi yemek tatmin etmez insanı sadece. Ondan öte başka gereksinimlerimiz de vardır.
Sayfa 233Kitabı okudu
Kitap Haber
Kitap Haber
Faik Öcal
Faik Öcal
Turna Nereden Gelirsin?
Turna Nereden Gelirsin?
Faik Öcal, yazdı. Hagop Mıntzuri‘nin Turna Nereden Gelirsin? Adlı eserinin değerlendirmesini linke tıklayarak web sitemizden okuyabilirsiniz. kitaphaber.com.tr/hagop-mintzurin... #kitaphaber #faiköcal #edebiyat #arasyayıncılık #hogopmıntzuri
"O tarihlerde, paşa konaklarında olduğu gibi zengin Ermeni ve Rumların da erkek aşçıları olurdu. Kadın aşçı yoktu. Kadınların aşçılığı olur muydu?.. Bu mesleği mavi çuhadan, arkası sarkık, ağa şalvarı denen uzun şalvarlı, yavaş bir telaffuzla konuşan Vanlı ustalar yaparlardı."
Sayfa 217Kitabı okudu
256 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Hagop Mıntzuri
Hagop Mıntzuri
asıl adı Hagop Demirciyan'dır. 16 Ekim 1886'da Erzincan'ın Küçük Armıdan Köyü'nde doğdu. Hagoplar ailece ekmekçi. Babası, dedesi ekmek ustası. 1897’de İstanbul-Beşiktaş’ta bir fırına gelen Hagop, babasının ustalığını yaptığı bu fırında ekmekleri dağıtır, tablakâr olarak çalışır. Ermeni edebiyatının öyküde kı güçlü kalemi duru kolay okunabilen bır yazım dili var, yasanılanı olduğu gıbı aktardığı aşikar. Köyü Armıdan’dan ailesiyle birlikte İstanbul’a fırıncılık yapmaya gelen çocuk yaştaki Mıntzuri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki günlük yaşamı, Beşiktaş ve Hisar’daki fırınlarının etrafındaki Türk, Ermeni, Makedon, Rum, Arnavut esnafı, Cuma Selamlığı’nda gördüğü padişahları, ekmek vermeye gittiği haremli selamlıklı köşkleri, Galata’yı, Pera’yı, Boğaz’ı ve o hattaki semtleri anlatıyor.. 1907 deköyü Armudan’a dönen ve burada kışları öğretmenlikle, yazlarıysa tarlasıyla uğraşan Mıntzuri bir dizi tesadüf ve Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sonucunda kendini yeniden İstanbul’da buluyor, ve bu da kitabın Cumhuriyet sonrası İstanbul’unu anlatan ikinci kısmını oluşturuyor... Göç, yasam uyum basari, Edebiyattaki kısaca hayata dokunan bır yasamın yansımasını okuduk
İstanbul Anıları
İstanbul Anıları
#Buyurun #OKUYUN
İstanbul Anıları
İstanbul AnılarıHagop Mıntzuri · Aras Yayıncılık · 201764 okunma
111 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.