Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Haidar Bammate

8.0/10
2 Kişi
10
Okunma
0
Beğeni
423
Görüntülenme

Haidar Bammate Gönderileri

Haidar Bammate kitaplarını, Haidar Bammate sözleri ve alıntılarını, Haidar Bammate yazarlarını, Haidar Bammate yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
88 syf.
6/10 puan verdi
Müslüman bilim adamlarının batıdan yuzlerce yıl önce bir cok pozitif bilimde yapmış olduğu çalışmaları ve günümüz bilimsel gelismelerine katkılarını anlatan bir kitap. Dolu dolu bir içeriği var. Farkındalık oluşturuyor.
İslamın İnsanlık Kültürüne Katkısı
İslamın İnsanlık Kültürüne KatkısıHaidar Bammate · Kaynak Yayınları · 200810 okunma
Dünya dört sütun üzerinde durur: bilgelerin hikmeti, büyül lerin adaleti, adillerin duası ve mertlerin cesareti.
Sayfa 15
Reklam
Bir zamanlar Müslüman İspanya'nın (Endülüs) Medreselerinin Kapılarında Şu Yazı Yazmaktaydı: "Dünya Yalnızca 4 Sütun Üzerinde Durur: 1. Alimlerin İlmi, 2. İdarecilerin Adaleti, 3. Doğruların Duası, 4. Yiğitlerin Kahramanlığı.
Sayfa 15 - Kaynak Yayınevi
Bilim, insanlığın sınıflı toplumlara geçişiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Uygarlık ise sınıflı toplum sürecine girmiş insan topluluklarına ait kültürel birikimin tamamının adıdır.
"Dünya dört sütun üzerinde durur: bilgelerin hikmeti, büyüklerin adaleti, adillerin duası ve mertlerin cesareti."
Albert Champdor (...), "İslamın En Dürüst Kahramanı Selahattin" başlıklı kitabında şöyle saptıyor: "Avrupa her alanda Doğu uygarlığının öğrencisi oldu ve bu sayede Batı'daki üretim derinlemesine değişikliğe uğradı."
Reklam
'Gök bilimi' Alanındaki Katkılardan Ufak Bir Kısım (3);
En büyük Müslüman bilim adamlarından biri olan Abdul Rahman Muhammed bin Almad Beyruni, Gazneli Mahmut (977-1030)’un himayesinde yaptığı çalışmalarla, Bağdat geleneğiyle Hint bilim adamları arasında önemli bir köprü oluşturuyordu. Beyruni, farklı farklı bilim dallarında da yayımladığı bir dizi eserin yanı sıra, dünyanın çeşitli kentlerinin enlem ve boylamlarına ilişkin önemli listeler de yayımladı. Bilge bir hükümdar olan ve çok sayıda bilim adamı ve ozanla dostluklar kuran Selçuklu Sultanı Melik Şah (1072-1092)'ın gök bilimle olan ilişkisi tutku düzeyindeydi. Onun teşvikiyle yapılan gözlemler sonucunda oluşturulan takvim, Gregoryan takviminin yürürlüğe konmasından tam 1000 yıl önce ondan daha doğru veriler sunuyordu. (...) ...Müslümanlara ait gök bilim çalışmaları en yüksek noktasına Büyük Timur’un torunu olan Uluğ Bey döneminde ulaştı. Adı, babası Şah Ruh'un adıyla birlikte sanat ve edebiyat döneminin, yani Timur Rönesansı'nın mimari olarak anılan Uluğ Bey, aynı zamanda iyi bir gök bilimciydi. O, Bağdat okulunun son temsilcisi olarak bilinir. Eserlerinin 1437 yılında yayınlanmasından sonra gök biliminin onun zamanında ne kadar yol aldığını ve geliştiğini etraflıca görebiliyoruz. Kepler'den yüz yıl önce antik çağla modern gök bilimi arasındaki bağlayıcı zinciri Uluğ Bey oluşturuyordu.
'Gök bilimi' Alanındaki Katkılardan Ufak Bir Kısım (2);
Sarkacı ve güneş saatini bulan Ali İbn Yunus ise Kahire akademinin kurucusu olarak bilinir, ki Mısırlı Fatimilerin Halifesi el-Hekim onun anısına Mukaddim Dağı'nda bir gözlemevi yaptırdı. Hatta o, daha önceki bütün tablolardan daha doğru veriler sunan "Büyük Hikmet Tabloları"nı yayımladı. Öyle ki, bu tablolar, Çin’e kadar uzanan bütün Doğu bölgesinde Batlamyus’un Almagest'inin ve daha sonra yayımlanan Bağdat okulunun tablolarının yerini aldı. Hemen hemen aynı dönemde Kahire’nin bir diğer gök bilimcisi ve matematikçisi olan Hasan İbn el-Heyzen de, sonradan Roger Bacon ve Kepler'in başlangıç noktası olarak değerlendirecekleri optik hakkındaki eserini yayınladı. Bu arada ilginç olması nedeniyle zikretmeye değer bulduğumuz bir diğer konu da ilk kez el-Heyzem'in Asvan'da Nil’in su yüksekliğini artırmak için bir baraj projesi ile ilgilenmiş olmasıdır.
'Gök bilimi' Alanındaki Katkılardan Ufak Bir Kısım;
Bağdat’taki gözlemevi okulu, Abbasi hanedanlığına mensup ve aynı zamanda kendisi de iyi bir gökbilimci olan el-Mansur (754-775) döneminin ürünüydü. Bu okul, halefleri Harun el-Reşit ve el- Me'mum zamanında önemli eserler verdi. Antik çağa ait birçok teorem yeniden gözden geçirildi, Batlamyus’un yanlışları keşfedildi ve Yunan tabloları düzeltildi. Bağdat okulunun başarıları arasında güneş yörüngesinin en tepe noktasının yanı sıra, elipsik güneş yörüngesinin ve onun progresif daralmasının hesaplaması da bulunur; yıl süresinin kesin hesaplanmasını da Bağdat'a borçluyuz. Bağdatlı bilim adamları ayın azami genişliğinin denklemini ürettiler ve ayrıca aya ait ve "variasyon" olarak ifade edilen üçüncü eşitsizlik denklemini de keşfettiler. Güneş lekelerini ilk kez onlar öngördüler, güneş tutulmasını onlar izledi ve çeşitli gök taşlarının varlığını onlar keşfettiler. Onlar yerkürenin hareketini tartışmaya açarak Kopernik ve Kepler'e asırlar öncesinden öncülük ettiler. Bağdat okulunun yaptığı saptamaların sonuçları "Kanıtlanmış Cetveller" olarak kabul gördü. Bu eseri ise esas olarak Yahya bin Ebu Mansur kaleme aldı. Bu okulun diğer ünlüleri şunlardı: Lalande'nin belirlemesine göre dünyanın gelmiş geçmiş 20 gök bilimcisi arasında sayılan El-Batani; gök bilimin temel kanıtlarından biri olarak bilinen ayın üçüncü derecede değişimini bulan ise Ebu Vefa Buzcani'dir. Yanlışlıkla Danimarkalı bilim adamı Tycho-Brahe'a atfedilen bu denklemi, Müslüman bilim adamı ondan tam 10 yüzyıl önce bulmuştu.
Gökbilim ve matematik Arap bilim adamlarının dikkatlerini yönettikleri ilk bilim dalları oldu. Hem onların karakterleri hem de çölde yön bulma zorunluluğu, Arapları ilk önce pozitif bilimlere yöneltti. Gök bilime sadece bilim adamları değil, aynı zamanda Doğu ve İspanyol halifeleri, Selçuklu sultanları, Cengiz Han’ın ve Timur’un komutanları da aşkla yöneldiler. Müslüman toprakların her yerinde arda ardına gözlemevleri inşa ediliyordu. Bağdat’taki, Kahire’deki, Kordoba'daki, Toledo ve Semerkant'daki gözlemevleri boşuna bunların en önemlileri değildi.
Reklam
Haçlı seferlerinin bilim ve ebedi alandaki etkisi çok fazla değildi, fakat düşünce ve insani ilişkiler üzerindeki yıkıcı etkisi çok büyük oldu. Haçlı seferleri Hristiyanlığı, Müslümanlığın karşısına acımasız bir savaş olarak çıkardı; kültürler arasına hoşgörüsüzlük ve nefret tohumları ekti; Doğu ile Batı halklarının arasına ortak çalışmayı yüzyıllar boyunca engelleyen bir uçurum soktu. 8. yüzyıldan bu yana Moritanya İspanyası ile Katanya arasındaki kültürel alışveriş barbarca kesintiye uğratıldı. Doğu ile Batı'nın başarılı bir sentezi olarak ortaya çıkan "Langue d'Oc"* kültürü acımasızca boğuldu. Daha henüz çerçevesi yeni ortaya çıkmakta olan ortak bir Akdeniz kültürü ebediyen kaybedildi.
İslam 7. yüzyılda doğarken, Yunan ve Latin kültürü çöküş sürecindeydi. Atina ve Roma'nın kültür geleneğinin devam ettirmekle yükümlü kılınan Bizans, kendisine emanet edilen bu kültür hazinelerini koruyamamakla kalmamış, aynı zamanda antik çağdan kalan çok sayıda bilimsel yapıtın ve sanat eserinin yıkıma uğramasının da bizzat baş sorumlusu olmuştu. Cahil ve Bizans Ortodoks dininin taraftarlarınca kışkırtılan Doğu Roma imparatorları da, dinsizlik olarak damgaladıkları sanat eserlerine yönelik tahribatlarını sürdürdüler. Örneğin İmparator Theodosius, Kuzey Afrika'nın felakete sürüklenmesindeki rolüyle kötü bir üne sahip oldu. Dönemin en büyük kütüphanesi olan İskenderiye Kütüphanesi, bazı iftiracıların iddia ettikleri gibi Halife Ömer'in talimatıyla değil, bizzat onun emriyle temeline kadar yakılıp yıkılmıştır. 489 yılında İmparator Zenon, 2. yüzyıldan bu yana bütün Doğu'ya Süryaniceyi ve Eski Yunan kültürünü öğreten Urfa akademisini kapatmıştı. Aynı şekilde Justunius da Atina ve İskenderiye'deki Platon Akademilerini kapatarak şerefine leke sürmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu, birkaç yüzyıl boyunca yeniden dirilen İslami gücü temsil etmekle kalmadı, aynı zamanda 16. yüzyılda dünyanın en kültürlü ülkesi olmayı da başardı. Dünyanın en önde gelen hükümdarlardan biri olan Muhteşem Süleyman, hem ince bir ruha sahip bir şairdi hem de sanatçılara ve şairlere arka çıkan cömert bir yöneticiydi. " Doğa bilimlerinin ve hukukun gelişmesi; çok sayıda edebi eserin Arapça, Farsça ve Türkçe yazılması; onun zamanında İstanbul, Bursa ve Edirne'de inşa edilen muhteşem yapılar; Saray ve yönetici evlerinde görülen ihtişam; ve nihayet dini hoşgörü, onun döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu yüksek kültürel seviyeyi göstermesi açısından önemlidir."
İslam uygarlığı hakkında açık bir fikir edinebilmek için bu uygarlığı sadece Arapların meydana getirmediğini de söylemek zorundayız. Bu uygarlık birçok kavmin çabalarının ürünüdür ve böyle olmaya da devam edecektir. Bu kavimler, ırk ve dil açısından farklıdırlar, ancak İslam onları ortak bir ruhsal kalıba dökmüş ve onların ırklarüstü ortak bir topluluk oluşturmalarını sağlamıştır. Ancak İslam uygarlığına hangi kavmin ne kadar katkıda bulunduğunu tayin etmek, konuyu bilenler açısından zor değildir. Ne var ki, bu uygarlığın esaslarını ve gerçek cevherini sadece İslam oluşturur.
Avrupa merkezli anlayışa göre, bilimin temeli esas olarak Antik Yunan’da atılmış ve 1500’lü yıllardan sonra, Avrupa’nın bilimsel atağıyla doruk noktasına ulaşmıştır. Bu mantık ve bilim dışı düşünceye bakılırsa, Antik Yunan'da bir mucize gerçekleşmiş ve insanlık birdenbire bilimi, felsefeyi, siyaseti ve sanatı keşfetmiştir! Ondan önceki Sumer, Babil, Mısır, Hint, Çin ve Orta Asya uygarlıklarının bilimsel etkinlikleri ise, bilim tarihinde sadece kısmi bir gelişmeyi ifade ediyorlardı. 8. yüzyıldan sonra Ortadoğu ve Asya'da görülen İslami ve Türk kökenli uygarlıklarsa sadece Antik Yunan'ın bir tekrarından ibaretti... Ama gerçek bunun tam tersidir. (...) “Antik Yunan mucizesi” denen bilimsel atılım, Sümer’de, Babil’de, Mısır’da, Hint bölgesinde, Çin’de, Orta Asya’da, İç ve Batı Anadolu'da filizlenen, karşılıklı etkileşimle gelişip büyüyen ve olgunlaşarak ürünler veren, eski uygarlıkların sentezinden başka bir şey değildir.