(...) İşte Lacan'a göre estetik tefekkür böyle bir şeydir: Bazı tablolar trompe-l'oeil, birer göz aldatmacası iken; bütün tablolar dompte-regard'ı, yani bakışı ehlileştirmeyi amaçlar.
''sanatın sonu'' zaten hiç bir zaman resim, heykel, film, roman gibi ürünlerin gerçek manada ortadan kalkacağı anlamına gelmiyordu; bu mecraların biçimsel yeniliği ile tarihsel anlamlıydı söz konusu olan. Sanata inanan pek çok kişi için sanat, içinde bulunduğu kültürün, çağın ya da Tin'in Tarih'te gerçekleşmesinin temel göstergesi olmuştu. Ama bir süredir böylesi bir simgesel ağırlıktan mahrum: Bugün sanat yalnızca tarihin akışının göstergesi olma rolünü değil, tarihsellik düşüncesini bile büyük ölçüde yitirmiş durumda - yani, kendi tarihinin sorunlarını ele almak anlamında herhangi bir tarihsellikten yoksun.
Neden o kıvrım, o burgaç, o yumru da diğeri değil? Biçimsel anlatım, o anlatıma direnecek bir malzemeyi, strüktürü ya da bağlamı gerektirir; böylesi bir kısıtlama olmadan mimarlık kolayca keyfi hale gelir ya da dizginsiz heveslerin esiri olur.
Sanat çoğulcudur, pratiği pragmatiktir, alanı çok kültürlüdür. Ama söz konusu tavırda o kadar da iyicil olmayan bir neo-liberalliğin izine rastlanır: Öne sürdüğü görecilik, tam da piyasanın ihtiyacı olan şeydir.