Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hugh Kennedy

Hugh KennedyEndülüs yazarı
Yazar
7.6/10
10 Kişi
25
Okunma
2
Beğeni
644
Görüntülenme

Hugh Kennedy Gönderileri

Hugh Kennedy kitaplarını, Hugh Kennedy sözleri ve alıntılarını, Hugh Kennedy yazarlarını, Hugh Kennedy yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hz. Ali ile Zübeyr'in orduları 656 Aralık'ında Basra yakınlarında karşı karşıya geldi. Bu olay tarihe Cemel Vakası olarak geçmiştir. Zübeyr ve müttefikleri, umdukları kadar fazla destekçi toplayamamışlar ve sayısı daha fazla olan Hz. Ali'nin ordusu tarafından mağlup edilmişlerdir. Zübeyr ve Talha katledilmiş, savaşı idare ederken devesinin üzerindeki mahfelden çok belirgin bir rol oynayan Hz. Aişe ise Hicaz'a dönmeye zorlanmıştı. Hz. Aişe son günlerini siyasi bir belirsizlik içerisinde geçirmiştir.
Hz. Ali'nin yönetimine ilk askeri meydan okuma neredeyse hemen başladı. Hz. Aişe ve Talha ile birlikte Zübeyr, çoğunluğun Hz. Ali'yi desteklediği Medine'yi terk etti ve güney Irak'ta yeni İslam şehri Basra'ya gitti. Burada, İslam'dan önce Kureyş'in müttefikleri olan Sakif kabilesine mensup Basra'da meskun kişilerden destek bulmayı umuyorlardı. Hz. Ali de müttefik bulması gerektiğini fark edip başkentin dışına çıkarak Kfıfe'deki Müslümanları yanına çekmek için Irak'a gitti.
Reklam
Hz. Ali hem İslam'a ilk girenlerdendi hem de Hz. Muhammed'e yakındı. Fakat bu durumdaki tek kişi değildi. Hz. Muhammed'in vefatının üzerinden çeyrek yüzyıl geçtiği halde kabile içerisinde konumlarının ve İslam'a bağlılıklarının kendilerine toplumda öncü bir rol verdiğini düşünenler vardı. Bunların arasında Zübeyr b. A vvam da bulunuyordu. Önde gelen bir Kureyşli olarak Zübeyr b. Avvam, Hz. Muhammed ve onun destekçileri 622'de Medine'ye hicret etmeden önce Mekke'de yapılan zulümden kaçmak için Etiyopya'ya hicret eden küçük grubun içerisindeydi. Medine'ye dönüp, Müslüman topluma katıldı ve Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ı seçen şurasındaki altı önemli Müslüman'dan biri oldu. O ve çok benzer bir arka plandan gelen arkadaşı Talha b. Ubeydullah, Hz. Ali'nin göreve gelmesine karşı çıktılar ve ona karşı koymaya karar verdiler. Bunlara üçüncü bir kişi olarak, Hz. Muhammed'in en sevdiği hanımı olduğu söylenen Hz. Aişe de katıldı. Hz. Aişe muhtemelen Hz. Ali'ye karşı geçmişe dayanan şahsi bir beğenmemezlik besliyordu, ayrıca kendisi Hz. Ebu Bekir'in kızıydı; Zübeyr ve Talha'yı iyi biliyordu ve doğal olarak bu meseleye dahil olmuştu.
Bir de Kur'an meselesi vardır. Müslüman geleneği Kur'an'ın Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed'e vahyedildiğini, onun da ümmi olduğu için sözlü bir şekilde Müslümanlara geleni aktardığını söyler. Vahiy geldiğinde el altındaki malzemelere kayda alınıyordu: papirüs, deri, hurma yaprağı ve hatta koyunun kürek kemiği kullanılıyordu. Hz. Osman bu malzemeyi düzenleyip mushaf formatına sokmaya karar veren kişiydi. Görünüşe göre ortalıkta çeşitli nüshalar dolaşıyordu fakat halife kendisinin onayladığı nüsha için bunların yok edilmesini emretti. Herkes bundan mutlu olmamıştı. Bazıları, belki bugün kayıp olan kutsal vahiy parçalarını içeren diğer nüshaların yok edilmesine karşı çıktı. Diğerleri halifenin yetkisini aştığını ve bunu yapmaya otoritesinin olmadığını ileri sürdü.
Zalimi öldürme tartışması İslam'da olduğu kadar Batı siyasi düşünesinde de canlı bir konudur. Kötü yahut yetersiz olsa da bir lideri öldürmenin her zaman yanlış görüldüğüne, çünkü bunun daha kötü bir şeye, fitneye (yani şiddete, ayrılığa ve yıkıma) yol açacağına dair yaygın bir inanış vardır.
Diğerleri ise pek emin değildi. Hz. Osman'ın Allah'ın halifesi gibi değil de takva ehli mütevazı Müslümanların hakkı olan zenginliğe el koyup onu arkadaşlarına ve ailesine vererek daha çok despot bir firavun gibi davranmıştı, takvalı Müslümanlar nasıl davranmalıydı ?
Reklam
Bu cinayet acı bir tartışma doğurdu. Çok sarsıcıydı. Toplum tarafından seçilen halife, en başından itibaren Allah Resulü'nü bilen ve destekleyen birisi, İslam'ın hizmetine bütün kaynaklarını sarf eden bir adam, takvası ve ahlakından hiç ama hiç şüphe edilmeyen bir kimse Müslüman kardeşleri tarafından katledilmişti. Yanlış neredeydi ?
Hz. Osman'ın suikaste uğramasına sebep olan hadiseleri tarihi açıdan görebiliyoruz. Fetihler durmuş, kaynaklar baskı altında ve birçok Müslüman, başkalarının lüks içerisinde yaşadığını gördükçe dışlanmış ve zayıf düşmüş olarak hissediyordu. Bunlardan en göze çarpan grup halifenin etrafını sarmış olan Kureyşlilerdi. Ekseriyeti İslam'ın ilk günlerindeki sıkıntıları tecrübe etmemiş gençlerdi. Irak'ın zengin topraklarının "Kureyş Bahçesi" haline geldiği, acı bir biçimde söylenir. Hz. Osman tabii ki bunu farklı görüyordu. Çok geniş ve giderek kaotik bir hal alan bir hilafeti idare etme göreviyle karşı karşıya olduğundan Hz. Osman, en çok güvendiği insanlara, ailesi Kureyş'e ve kabilesi Emevilere yönelmişti.
Toplumdaki elitlerin çok zengin ve kibirli olmaya başladıklarını düşünen gruplar arasında Hz. Osman'ın yönetimine karşı kızgınlıklar doğmaya başlamıştır. Bunlar, 656'da hem Irak hem de Mısır'da faal isyanlar çıkınca doruğa çıktı. Silahlı gruplar, isteklerini zorla yerine getirebilmek için bu iki bölgeden Medine'ye doğru harekete geçti. Başkente geldiklerinde tamamen savunmasız, Müslüman elitlerin önde gelenlerinin ( bilhassa da Hz. Ali'nin) yalnız bıraktığı yaşlı bir adam buldular. Hz. Osman evinde yalnız başına Kur'an okurken katledildi ve kanı Kutsal Kitap'ın açık sayfalarının üzerine aktı.
Hızlı ve gizli bir toplantı olarak şuranın Hz. Ömer'in getirdiği modeli izleyerek, yeni bir lider seçmede geçerli ve kabul edilebilir bir yol olduğu tartışılabilir. Bir de şu var ki bu şura fikri Şia tarafından tam bir lanetlik iş olarak görülmektedir. Çünkü onlara göre Müslümanların liderini seçmesi yalnızca Allah'a ait olan bir işlemi gasp etmektir.
Reklam
Şura kelimesinin geldiği şavara kelimesi, demokratik bir seçim bağlamında tercih anlamına değil, tavsiye ve danışma manasına gelmektedir.
Hz. Ömer bir sonraki lideri seçecek bir şura ( danışma meclisi) toplanmasını kararlaştırdı. Altı kişiyi belirledi: Hepsi Kureyş'tendi. Medineli Ensar ve diğer Müslümanlar bunun dışında tutulmuştu. Fakat, Hz. Ebu Bekir'in seçimine katılamamış olan Hz. Ali bu altı kişinin içerisindeydi. Şura düşünüp taşındıktan sonra yaşlı ve tanınmış bir tacir olan Hz. Osman üzerinde anlaştı.
Muhtemelen bu seyahatten sonra Hz. Ömer'e Faruk unvanı verildi. Bazen bu isimle de anıldığı olur. Bu Arapça değil Aramice bir ifadedir ve Kurtarıcı anlamına gelir. ilk dönem Müslümanlarının bu kurtarıcıdan ne anladığı açık değil ancak bunun Müslümanların Kudüs'ü fethetmesiyle zamanın sonunun geldiğini ve Kıyamet Günü'nün başladığını varsayan eskatolojik bir söyleme ait varsayılabilir.
Eski bir Yahudi anlatısına göre, Bizanslıların şehirden (Kudüs) güç kullanılarak çıkarmış olduğu Yahudilerin şehre dönmelerine izin verildi. Patriğin Kutsal Kabir Kilisesi'nde namaz kılma davetini, kendisi bunu yaparsa Müslümanlar orayı sahiplenip camiye çevireceklerini belirterek reddetmiştir. Bunun yerine o bölgenin hemen dışında namaz kılmıştır ki burada sonradan Hz. Ömer Camii adı verilen bir cami vardır. Bu anlatıların çoğu, efsane dahi olsa, Arapça Hıristiyan anlatılarında da ayrıntılı şekilde mevcuttur; her biri halifelerin en büyüğünün kilisenin kutsallığını ve Hıristiyanların haklarını tasdik ettiğine vurgu yapar.
On sekizinci yüzyıl İngiltere'sinden Edward Gibbon onu şöyle yazar: Ömer'in nefsine direnişi ve tevazuu Ebubekir'in erdemlerinden aşağıda değildir: yemeği sadece arpa ekmeği ve hurmadan, içtiği ise sudan ibaretti; on iki yerinden yırtılmış eski püskü bir cübbeyle vaaz veriyordu; biat etmek üzere gelmiş bir Pers valisi onu Medine Camii'nin basamaklarında dilencilerin arasında uyurken bulmuştu. Ekonomi özgürlüğün kaynağıydı ve gelirin artması Ömer'in müminlerin önceki ve halihazırdaki hizmetleri için adil ve sürekli bir ücret verebilmesini mümkün kılmıştı. Kendi maaşını umursamaksızın, Ömer, Peygamber'in amcası Abbas'a evvela yirmi beş bin dirhem (gümüş para ) tahsis etmişti. Bedir'e [Bedir Savaşı, 624, Hz. Muhammed'in askeri galibiyetlerinin ilki] katılmış her bir savaşçıya beş bin, Hz. Muhammed'in en vasat sahabesine bile yıllık üç bin dirhem bağlamıştı . . . Onun idaresinde ve selefinde Doğu'nun fatihleri Allah'ın ve halkın dürüst hizmetkarlarıydı; devlet hazinesi barış ve savaş giderlerine hasredilmişti; adalet ve ödülün ölçülü karışımı, Sarazenlerin idaresini sürdürdü ve bunlar, nadiren huzur yakalayarak, cumhuriyetçi bir yönetimin eşit ve sade düsturları içerisinde despotluğun varlığı ile yokluğunu bir kılmışlardı.
52 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.