Kalbimin kurumuş çölüne
gel sen yağmur ol.
Ömrümün kış mevsimine
şimdi
senin aşkın yüzünden kuruntularımın bolluğuna,
şakayık güzel kokusu gibi,
kırlangıçlar bağırtısı gibi,
gel, gel ve beni baharın müjdecisi yap.
Sözün başlangıcında
bir keder kalkıyor
yaramın yarıklarından
hangi gölgeyi kaldırayım?
Zaman o küçük kanadını
Benim büyük üzüntümde
ıslatıyor
kendime gelmeden önce
gitmeyi kaybettim
suskun bir kuştum
biraz uçma hasretinde
güneşin yüzünden yok olduğum gözlerde korkmaktaydım
çünkü sırtlan gölgesi
ayak izimi koruyordu.
"Bahardır
inan!
İnançsız!" dediler
Bir mırıltı duyuyorum
bir kuş sesi başladı tenim titriyor
inanıyorum.
Kimsesiz mahkemede
şair olmak suçuyla beni suçlu saydılar
ve kabilemin insafsız heyeti
nefesimin katline oy verdiler
ve şiir boğazımı kestiler.
O kadar kaldım
ki gölgeler değişen düşüncelerimi
çiğnediler
ve tenim eskiliğin kokusunu aldı.
"Bahardır
pencereden perdeyi kaldır" dediler
hayır dedim
inanmıyorum çünkü
hiç kimse telgraf tellerinin üzerinde
büzülmüş olan
üzgün kırlangıçlarımın sesini bana
iletmedi.
Klakson, yalan ve hakaret kavşaklarında haykırdım, "Evet...
biz ya canlıydık ya da ölü"
üşüyen ellerimi
boş ceplerime soktum.
Bütün caddede
yalnızlığımın endişesini
onu ellerine bırakabileceğim
bir el olmadı...
aşkın uğultusu için
mavi gökyüzü nereye kadardır göreyim
bu toprak
ne zamana kadar baki kalacaktır göreyim...
Aşklarımın ellerinin
hangi toprakta
otlarla yeşermiş olduğunu göreyim
Ah! Yağmurlar hatıralardan başka
her şeyi
yıkadı