Beni çok etkileyen filmler arasında "Potemkin Zırhlısı"nı unutmam imkansız. Sinema çıkışında, bir sokakta barikat kurmaya bile kalktık, öyle ki polisin hadiseye müdahale etmesi gerekti.
Her yeni olana, en derin inançlarina karşı bile olsa hayranlık duyan insanlarla ya da ikiyüzlü, bozulmuş basınla ve umutsuz bir cinayet davetinden başka bir şey olamayan her şey de güzellik ve şiir bulan sürüyle ne yapabilirim?
Mefisto ortaya çıkıp da yeniden cinsel gücünü vereceğini söyleseydi, ona "Hayır, sağ ol, istemem. Ama daha çok içki ve sigara içebilmem için karaciğerimi ve akciğerimi güçlendir, yeter." derdim.
Eğer bana "Yirmi yıllık ömrün kaldı, bu günlerin her birinin yirmi dört saatinde ne yapmayı istersin?" denseydi şöyle söylerdim :Bana gerçek yaşamdan iki, düşlerden de yeniden anımsayabilmem koşuluyla yirmi iki saat verin... Çünkü düş, ancak kendini besleyen bellekle yaşar.
Tanıdığım insanlar içinde Federico(Lorca) ilk sırayı alırdı. Ne tiyatrosundan ne de ozanlığından söz ediyorum şu anda. İnsan olarak ele alıyorum. Üstün olan yapıtları değil, kendisiydi. Ona benzer birini bulmak olanaksızdır diyebilirim...
Dünyanın tüm körleri arasında hiç sevmediğim biri varsa, o da Jorge Luis Borges 'tir. Tabii ki iyi bir yazar, ama dünya iyi yazarlarla dolu. Zaten iyi bir yazar diye de kimseye saygı gösteremem... Altmış yıl önce bir-iki kez karşılaştığım Jorge Luis Borges, bana oldukça kasıntı ve pek kendini beğenmiş görünmüştü. Her sözünde bilgiçlik akardı(buna İspanyolcada sienta catedra denir)....Çoğu kör gibi onun da ağzı iyi laf yapardı. Gazetecilerle konuşmalarında durup durup Nobel Ödülü 'nden söz ederdi. Ödülden başka bir şey düşünmediği bundan da belliydi.