Çok zor zamanlardı. Çok acı çektik. Çoğumuzu öldürdüler. Kadın, çocuk, yaşlı, suçlu, suçsuz demeden. Terteleden kurtulanlar da açlıktan telef oldular. Kalanları da sürgün ettiler Türkiye'nin her yerine.
Her biri bir kuytuya sığınmıştı. Kuytuyu zorluyor, iteliyor, bastırıyor, yırtmak istiyorlar, yırtıp arkasına geçmek, bir daha hiç görünmemek üzere yok olmak...
Dersimli olan yazar, Dersim katliamı mağdurlarının hikâyesini bizlere anlatıyor: oradaymışız gibi, o anı yerinde yaşıyormuşuz gibi... Zeyne 13 yaşında küçük bir kızdı kırım yaşandığında. Köyünde ailesi ve sevdikleriyle mutlu bir hayatı vardı. Sıcak bir yaz gününde ekinler harmandayken, gökyüzü yeryüzünün rengini kıskanmaya durmuşken... Dağların eteklerinden acı bir çığlık kopup çıkageldi. Ortalığı bir dumandır, sardı. Kimse daha ne olduğunu anlayamadan kaçmaya başladı. Orman açtı kollarını, nereye gittiklerini bilmeyen o insanları sardı: sarmaladı: sakladı... Her biri bir kuytuda yer edindi kendine. Karanlığın yeniden aydınlığa kavuştuğu zamanı beklediler. Ne olacaktı, nasıl devam edeceklerdi yola? Kılancık sesleri ne haber getirecekti geride kalana, umut tükendiği yerden yeniden filizlenebilecek
Zeyne'nin 14 yaşındaki cesareti kitabın başından sonuna kadar utandırdı beni. Ne kadar çok şeyi ne kadar çabuk unutmuşuz o geldi aklıma.
Toplu mezarlar, toplu sürgünler paramparça aileler, katliamlar... Gittiği yere sığamayanlar,asağılananlar...seneler sonra bir iz bulup geçmişe gidenler...