Rize Öğretmen Okulu Matematik Bölümü (1978)
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi (1985)
DİB müftülük sınavlarını kazandı, göreve başlamadı (1985)
ODTÜ Felsefe Bölümü Yüksek Lisans (devam etmedi; 1985)
Espiye / Giresun’da öğretmenlik (1986 – 1987)
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı’nda Araştırma Görevliliği (Ekim 1987)
Milli Eğitim Bakanlığı Araştırma Bursu ile bir yıllığına Kahire / Mısır (1990)
Doktora (1986); Yardımcı Doçentlik (2001).
Bulgaristan Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Öğretim Üyeliği (2003-2004 öğretim yılı)
Doçentlik (2006); Profesörlük (2012)
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanı (2012 - )
Fakülte Kurulu Üyesi (2012 - )
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Kurulu Üyesi; Anabilim Dalı Başkanı (2012 - )
Akideler, siyasi oyun içinde dönüp dolaşır; ancak her zaman haklı olan, sultan ve onun fakihidir. Her zaman haksız olan ise, muarızlarıdır, muhalifleridir!..
Burada şunu da belirtelim ki, Ömer b. Abdilaziz döneminde Kaderiye'nin yılmaz savunucusu Gaylân'a gösterilen müsamaha, daha sonra hilâfete gelen Hişam b. Abdilmelik zamanında gösterilmemiştir.
Nitekim Gaylân'ın, gerek özelde Emevî halifesi olan Hişam, gerekse genelde Emevîlerin, “ilâhî hakk ve cebr adına” yaptıkları zulümleri alenen kınamaya devam etmesi ve bu görüşü benimseyenlerin giderek çoğalıp artmak suretiyle kendisi için önemli bir tehlike arzetmesi üzerine onu yok etmeye karar verir.
Böylece insanın özgür iradesini savunmak suretiyle yapılan zulüm ve baskıları kınamayı sürdüren Gaylân, ya davasindan vazgeçecek ya da yok edilecektir.
Ancak halkın gözünde idamı meşru göstermek için, onun, “Şam'ın en meşhur fakihi" kabul edilen ve aynı zamanda “Beni Ümeyye'nin tayin edilmiş bir memuru olan” Evzâî ile; halife Hişam'ın önünde münakaşa yapması istenir. Münakaşa düzmece bir münakaşadır ve işin sonunda Gaylân, Evzâî'nin de fetvasıyla feci şekilde idam edilir.
Aslında olay, tekfir ve tadlil silahını kullanarak siyasî muarızları halkın nazarında küçük düşürmek ve onların umumi hayata etkilerini ortadan kaldırmaktan ibarettir. Bunun için de Emevî sultanları, kendi görüşlerini benimseyen fakihleri kullanmaktan kaçınmamışlardır.
Nitekim gerçekte ise, mütekellimler arasında cereyan eden münakaşalarda asıl ayırt edici hüküm, her zaman siyasî otoriteye ait olmuştur. Akideler, siyasî oyun içinde dönüpdolaşır; ancak her zaman haklı olan, sultan ve onun fakihidir.
Her zaman haksız olan ise, muarızlardır, muhaliflerdir!..
E. “EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT" TERKİBİ İÇİNDE “CEMAAT” KAVRAMI
Aslında siyasî bir anlamı ifade eden “cemaat” kavramı Ehl-i Sünnet kavramı ile birlikte zikredildiğinde birçok değişik manayı içermektedir ki, bu anlamlar, onun, aynı zamanda ıstilâhî manasını da vermektedir. Birbirinden farklı bu ıstilâhî anlamlar şöyle sıralanabilir:
1)
Konumuz olan sünnet-bid'at karşıtlığı meselesine tekrar dönecek olursak, burada, bu hususla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
Sünnet-bid'at karşıtlığı, fırkaların ortaya çıkmasından sonra daha da belirgin hale gelmiştir.
“Falan zat, ‘Ehl-i Sünnet tendir; ya da falan kişi, sünnete uymaktadır.” dendiği zaman, burada adı geçen “sünnet'ten
Muammer Esen'in doktora tezi olan "Ehl-i Sünnet Kavramın Oluşum ve Gelişim Süreci" başlığını taşıyan bu eser başlığının hakkını veren, bana göre başarılı bir kitap.
Esen, çalışmasını giriş ve üç bölüm halinde düzenlemiş. Giriş bölümünde Hz. Peygamber sonrası dönemin siyasi olaylarını, Emevî - Haşimi çekişmesini konu ediniyor. Birinci