Mustafa Suphi sözleri ve alıntılarını, Mustafa Suphi kitap alıntılarını, Mustafa Suphi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Öyle okuyorumla iş bitmiyor işte... Toplumsal yapıyı, olayları, değişimleri anında çözümleyebilecek birikimin olmalı. Küçük burjuva zaaflarından arınmalısın.
Mustafa Suphi’nin eğitiminin sürdüğü 1890-1910 yıllarında Osmanlı toplumunun ve Avrupa’nın genel siyasal havası özetle şöyledir:
Osmanlı İmparatorluğu 1876 yılından beri Padişah Abdülhamit’in muhaliflere göz açtırmayan baskı ve sansür rejimiyle yönetilmektedir. Osmanlı aydınları II. Abdülhamid tarafından İstanbul’dan uzak yerlere sürülmüş, padişah despotizmine karşı gelişen özgürlük mücadelesi Avrupa başkentlerine ve Makedonya şehirlerine kaymıştır.
Ağrı'da, Koçgiri, Dersim ve Zilan' da binlercesi kılıçtan geçirilmiş, top tüfek mermisi altında yok olmuşlardı. Ama canlı edebiyatı, müziği ve insanlarıyla yine ayaktaydı Kürtler.
Kürtçe türküleri anlamıyordu ama söylenenleri seziyor, duyumsuyordu. Yüzyıllardır hırpalanmış, yağmalanmış, katledilmiş bir ulusun türküleri de böyle Yanık elbette.
Bir çocuk doğar doğmaz bir parça sütle sıcakça bir kundaktan başkasını istemez fakat yavaş yavaş muhtelif gıdalar, elbiseler, oyuncaklar birer ihtiyaç halini alır.
Cemiyetler de bu çocuğa benzer. Medenileştikçe ihtiyaçları artar ve ihtiyaçları arttıkça medenileşir. Ve sanılır ki bu ihtiyaçlar arttıkça insanlar hayata daha çok bağlılık hissederler, onun için daha çok çalışırlar.
Bedbaht o ırklardır ki ki emellerini yakın bir ufkun ötesine ulaştırmıyorlar ve yaşamak için bir avuç meyveden, Güneş'e karşı uyumak için bir duvar dibinden başka şey aramıyorlar. Bu ırkların, istifade edemedikleri topraktan mahrumiyetleri pek uzak değildir.
Sosyal-Darwinizm taraftarı burjuva sosyologların Batı’nın üstün, sömürge halkların “aşağı ırklar” değerlendirmelerini kabul edilemez bulmuş; “Gariptir ki Darwinizm nüfuzuyla ortaya bir kanun demeyelim fakat bir şibh-i kanun (kanun benzeri) çıkarılmıştır: Hallerinden daha yüksek bir terbiye kabiliyetinde olmayanlar izmihlale (yok olma) mahkûmdurlar... Fakat Amerika otoktonlarının ve Afrika siyahîlerinin daha yüksek bir terbiyeye müsait olmadıkları neden sabit oldu?” diye yazarak bu tür ırkçı yaklaşımları reddetmiştir.
Türklüğün İstikametleri makalesinde Mustafa Suphi, Türkçülük ve ulusçuluk anlayışını özenle ayırmakta; ezilen Osmanlı kimliği altındaki Türk ulusunun yeni bir kimlikle ortaya çıkmasını desteklemekte, ancak yeni ve millî bir kimlikle ortaya çıkan “Türk”ün diğer milletlerle bir düşmanlık içinde olmaması, barışçı ve kucaklayıcı bir tutum içinde bulunması gereğinin altını çizmektedir. Nitekim yoksa “Turan’mı” diye sorarken, İttihatçıların tehcir felâketleri ile başlayan ve Orta Asya’ya, Turan’a varan emperyal hayallerine katılmadığını açıkça belirtmektedir.
Mustafa Suphi’nin İttihat ve Terakki ile yollarını ayırıp, Millî Meşrutiyet Fırkası kuruluşuna katıldığı tarihler de bu döneme rastlamaktadır.
Mustafa Suphi sömürgeci devletlerin kurduğu sistemin, yalnız hammadde ve mamul mal sirkülasyonundan –dolaşımından- ibaret olmadığını, malî sermayenin de devreye girdiğini belirtmiş ve İngiltere örneğini vermiştir:
“İngiltere şu anda eğer az bir zaman için bile olsa ürettiği mallarını satacak yer bulamazsa; demirler altında ezilir, iplik yumakları içinde boğulur... Sonra bu ticaretten sağladığı büyük altın yığınlarını hazinelerde saklamak asrın geldiği bu noktada uygun bir usul değildir. Onları da kullanmak, onları da ticari sirkülâsyona sokmak zorundadır. Bu suretle yalnız mal değil, para ticareti için yeni yerler bularak, yeni sömürge topraklarına ihtiyaç duyacaktır...”
4 Eylül 1908’de Londra’dan Servet-i Fünûn gazetesine gönderdiği ilk yazılarından biri olan “Bütçeyi Hazırlayan Yürütme Gücü” başlıklı yazısında artık parlamentolu bir hayata başlayan Türkiye’de, Meclis’in işlevini sorgulayarak şöyle yazmıştır:
“Yıllardan beri sıkıntıdan sıkıntıya düşen milletin yoksulluk ve yokluğu tarif edilemez bir durumda. Bu zaman içinde sahipsiz kalan hükümet gemisi ise yıkık ve perişan. Millet geçinecek ekmeği zor buluyor. Oysa evi demek olan bu geminin; fırtınalara uğraya uğraya, hasta ve ağır bedenini sığdan sığa, kayadan kayaya çarpa çarpa kırılan kaburgalarını tazelemek, yırtılan yelkenlerini yamamak gerek. Birkaç haftaya kadar parlamentomuz toplanacak, özgürlüğe susamış, vatanına hizmet edebilmek için çoktandır fırsat aramış olan birçok insan bir araya gelecek…”