Tekrar ona doğru baktığımda hala dışarı doğru bakıyordu...
Başını pencereden ayırmadan:
"Ama ne yaparsan yap, kaderin önüne geçemiyorsun." dedi.
Sesi yine titredi:
"Daha 16 yaşındaydı."
"Onu bir sabah evimizin bahçesindeki ıhlamur ağacında asılı buldum."
Bu son cümlesi oldu.
Eşinin ölümünden 7 yıl sonra hayattaki en değerli varlığı, tek kızı intihar etmişti. Ne ben bir şey sorabildim. Ne de o bir daha ağzını açıp tek kelime etti.
Sadece ayrılmak üzere dışarı çıktığımızda, antikacı dükkanının köşesindeki ağacı da ilk kez o gece fark ettim.
Dalları, birini bekler gibi sürekli baktığı ahşap pencereye doğra sarkmıştı.
Bu bir ıhlamur ağacıydı...
Başını ahşap pencereye doğru çevirirken gözündeki bir damla yaşın yanağına doğru süzüldüğünü gördüm.
Ağladığını görmemi istemediği için böyle yaptığından eminim. Başımı önüme eğdim...
Anlatırken gözleri nemlenmiş, alt dudağı seyirir gibi titremişti.
Karısını trafik kazasında kaybettiğinde kızı 9 yaşındaymış.
"Bütün sevgimi ona vermiştim. Bir dediğini iki etmedim." dedi.
Bunu söylerken sesi o kadar titremişti ki susmak zorunda kaldı.
Gözlerini yumdu. O anı yazıya dökmek gerçekten çok zor.
Çünkü ne kadar uğraşırsanız uğraşın kelimeler bu acıyı taşıyamaz.
O gece gerçekten tuhaftı. Bilmiyorum... Ortadan yok olacağı için mi anlattı, yoksa anlattığı için mi ortadan yok oldu ama yine ilk kez o gece özel hayatına ilişkin şeylerden bahsetmişti.
Keşke bahsetmeseydi. Çünkü bir hayatın bu kadar dramatik olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Her yıl mutlaka bir kere kendinle baş başa kal. İtikafa gir. Kimseyle konuşma. İtikaf boyunca az uyu, az ye, az iç... Çok oku, çok
düşün, çok ibadet et. Yaradılışın hikmetini ara.