Elini kazara basına atsa bir avuç saç döküldüğünü, tırnaklarının yarıldığını, ön dişinin bir gecede çürüyüp ikinci gece düştüğünü de görmüştü Büyükhanım. Umurunda da olmamıştı, hayatta kalmanın tek gaye olduğu yerde dökülen saçın, düşen dişin hesabını sormak kimsenin aklından geçmezdi. Ama şimdi o ayna kırıklarından birini eline alsa, kendisine baksa, bu cinnet yoluna, seferbirlik yürüyüşüne dair haritanın yüzüne nasıl işlendiğini, fark ettiklerinden çok daha fazlasının bir daha dönmemek üzere gittiğini ve gitmemek üzere neyin eklendiğini görecekti.
Demek ki şimdi bana ne çok yolculuk var ve yolun sonunda daima Taht-ı Süleyman var... Üstelik otuz yıl geçmiş aradan, aradığım hâlâ yerinde duruyor mudur? "Geleceğim" demedim. Bekliyor mudur?