Yine bu mayıs ayının yirmi altıncı günü gecenin saat birinde Türkler bütün ordugâhlarında büyük miktarda ateşler yaktılar, ordugâhta bulunan her bir çadır iki ateş yakmıştı. Bunlar pek büyük ateşlerdi ve bu ateşlerin şiddetli ışıkları dolayısıyla ortalık gündüz gibi aydınlanmıştı. Bu müthiş ateşler gece yarısına kadar devam etti. Bu ateşleri Türk beyi ordugâh için yaktırdı çünkü ordugâh halkına neşe vermek, zavallı şehrin tahribi yaklaşmakta olduğundan, şiddetli taarruza ve muharebeye hazırlanmak için yaktırıyordu. Ve bu ...ler, bu ateşleri yakarak, Türk âdeti veçhile haykırıyorlardı, o derecede ki sanki gökyüzü açılacakmış gibiydi! Bütün şehir dehşet içinde kaldı ve herkes ağlayarak, ...lerin bu şiddetli tehevvüründen kendilerini korumaları için Allah'a ve mukaddes Meryem'e yalvarıyorlardı.
Şehre vasıl olunca yaptıkları şeyleri haşmetli imparatora arz ettiler ve Venediklilerin hiçbir donanmasını bulamadıklarını söylediler. O zaman haşmetli imparator, Venediklilerin kendisine yardım göndermediklerini görerek, teessürle hüngür hüngür ağlamaya başladı. İmparator bu vaziyeti görünce kendisini şefaatkâr efendimiz Hazreti İsa'nın ve onun annesi mukaddes Meryem Ana'nın ve şehrinin alemdarı efendimiz mukaddes Konstantin'in ellerine emanet etmeye karar verdi. Ve Hristiyanlığın düşmanı olan bu ... Türk'e karşı Hristiyanlık âlemi yardım etmek istemediğinden şehri onların muhafaza etmelerini niyaz eyledi.
İki nisan günü haşmetli imperator, limanda baştan başa, yani Kostantiniyeden Peraya kadar zincir gerilmesini bay Bortolamio Soligo’ya emretti; mezkûr bay Bortolamio Soligo imperatorun emri üzerine zinciri limanda boydan boya gerdirdi; ve bu zincir çok iri ve yuvarlak ağaçlardan yapılmıştı ve bu kütükler birbirine büyük demir kancalarla ve demirden yapılmış kalın zincirlerle bağlanmıştı. Ve zincirlerin daha sağlam ve emin olması için de bir ucu Kostantiniye surlarına, diğer ucu da Pera surları üzerine tesbit edildi.
Alman Yohann Grant, Türklerin birçok tünel teşebbüslerini bertaraf etmiş meşhur tünelci idi. Türklerin dehlizcileri Sırbistanlı idiler ki ekserisi Novoborda’lı idi.
Türkler ve bilhassa Türk beyinin askerleri olan yeniçeriler, döğüşmek için kara surlarının altına kadar geliyorlardı, ve içlerinden biri veya ikisi ölünce, o Türklerden derhal diğerleri geliyordu ve ölmüş olan bu Türkleri tıpkı domuzlar gibi omuzlarına alıp götürüyorlardı, ve kendilerinin kara surlarının yanında bulunmalarına ehemmiyet vermiyorlardı; fakat surların üzerinde bulunan bizimkiler; tüfek ve oklarla sırtında ölü türkü taşıyan türke ateş ediyor veya ok atıyorlardı, ve böylece her ikisi de ölü olarak yere yıkılıyordu; ve arkasından diğer Türkler geliyordu ve ölümden hiç korkmaksızın, yerdekileri alıp götürüyorlardı; surların önünde bir türk ölüsünü terketmek zilletine düşmemek için, içlerinden on kişiyi feda etmeği tercih ediyorlardı.
Kitap, o dönemde İstanbul'da bulunan bir Venedik asilzadesinin İstanbul'un fethi öncesi, kuşatma altına alındığı süreç ve fethedilmesine dair gözlemlerinden oluşuyor. 1452'nin son aylarından başlayarak fethe kadar olanları gün gün not etmiş Nicolo Barbaro.
Bu kısa kitabın önemi, bize fethe giden süreci ve fethin içinden sahneleri yabancı bir gözle, karşı tarafın gözüyle göstermesinde. Kısa olmasına rağmen oldukça zengin diyebileceğim detaylar var kitapta. Elbette taraf tutan bir kitap bu, Türklere ağzına ne gelirse de söylüyor yazar ancak yine de olayların gün gün takip edilebilmesi; Bizans ve Osmanlı'nın hazırlıklarını, genel atmosferi, bilhassa dehşetli fetih gününü başarılı bir şekilde aktarması bakımından (ikincil de olsa) tarihî bir kaynak niteliği taşıyor.
Tarihimizi bir de öbür tarafından, kaybedenin tarafından okumak isteyenler için önemli, faydalı bir kitap. Meraklısına tavsiye edilir.
Aslında fethi bir yabancının gözünden dinlemek, onların bizlere karşı olan tavırlarını, düşüncelerini merak etmişimdir. Öncelikle eser sahibi tarihine sahip çıktığı için ve ölen esnaf, şovalyelere hâla saygıyla bahsettiği için ayrıca ilgi çekici geliyor. Lâkin Türklerin neden Konstantine saldırmak istediğini, şehri fethetmek istediğini izah etmemiş, Türkleri abartılı bir şekilde imansız, dinsiz, ırz düşmanı,yağmacı gibi göstermiş bu yüzden eleştiriyorum.
Rumlara yardım etme maksadıyla Constantinapol’e gönüllü olarak gelmiş Venedikli doktor Nikolo Barboro, tutmuş olduğu günlüğüde tüm ayrıntılarıyla şehrin İstanbul olma sürecini anlatmış diyebiliriz. Kuşatma’yı gün gün okuyucuya aktaran Barboro, tarihe ışık tutan, birinci ağızdan okurken kendinizi surların önünde hissedeceğiniz bu ebedi kaynağı bizlere miras bırakmış. Yazarın Venedik milliyetciliğinin yanı sıra İslam ve Türk düşmanlığını hiç bir şekilde gizlememiş olsa da objektif bir hatıra defteri tuttuğu söylenebilir. Kesinlikle okunulması gereken harika bir tarihi kaynak. Şiddetle tavsiye ederim....