Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Özlem Kumrular

Özlem KumrularHer Book'a Maydanoz yazarı
Yazar
Derleyen
Çevirmen
7.7/10
104 Kişi
381
Okunma
31
Beğeni
4.515
Görüntülenme

Özlem Kumrular Gönderileri

Özlem Kumrular kitaplarını, Özlem Kumrular sözleri ve alıntılarını, Özlem Kumrular yazarlarını, Özlem Kumrular yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
528 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
33 günde okudu
Bir zamanlar gavurun gavur, müslümanın da müslüman olduğu zamanlarda tarafların; sosyolojik, psikolojik, ontolojik ilişkilerini amiyane tabirle dibine kadar anlatan bir kitap. Kitap o kadar güzel akıyor ki, adeta bir roman gibi sizi o zamanlara götürüyor. O zamanlar bizim imanlı ecdadımızın müslüman vakarını iliklerinize kadar izliyorsunuz. Ve neleri kaybettiğimizi de... Özlem hocanın daha önce okuduğum Türk Korkusu kitabı ne kadar enfes ise bu da bir o kadar güzel. Kitabın üslubu ise yazarın kolay kolay fikrini beyan etmeyin ufak dokunuşlarıyla hakikati sizlerin önüne seriyor. Ayrıca yazarın İspanyol kaynaklarını kullanıp o zamanların süper gücünün biz müslümanlara bakışlarını serdetmesi de ayrı güzel geldi bana... Kitapla ilgili tek kötü şey ise, baskısının bitmiş olup -talep görmediği için olsa gerek- yeniden basılmamasıdır. Müslüman derdiyle dertlenip küffar kafasını anlamak isteyen dostlara çokça tavsiye olunur. Allah yazara selamet versin, âmin.
İslam Korkusu
İslam KorkusuÖzlem Kumrular · Doğan Kitap · 201233 okunma
"Türkler dinlerini yaymaya çok meraklı olmakla beraber, kendi inançlarından olmayan kişilere karışmazlar, onları dinlerini değiştirmeye zorlamazlar ve bizim Hıristiyan devletlerinde olduğu gibi, onları farklı inançlarından ötürü cezalandırmaya, hatta idam ettirmeye kalkışmazlar. Türklerin bu tutumları insanların onlara yakınlık duymalarına neden olmaktadır ve bu yüzden de onların yönetimi altına girmeye karşı direnç göstermemektedirler, başka devletlerin yönetimi altında başlarına gelecekleri bildiklerinden, Türklerin egemenliğini yeğlemektedirler." İşte böyle diyordu Thévenot adeta Osmanlı'nın istimalet politikasını özetleyerek.
Sayfa 458Kitabı okudu
Reklam
Türkler İsa'nın İncil'inin va'z edilmesine müsaade etti; Papa bunu Engizisyon'a şikâyet eyledi; kim daha makbul? (William Forde, İstanbul'da Lady Anne Glover'ın cenazesinde vaaz, 14 Nisan 1612)
Sayfa 454Kitabı okudu
Safevi şahı ile Osmanlılar arasındaki ezeli rekabet, Kanuni'yi hayatı boyunca Doğu ve Batı'daki topraklarında savaşmaya itti: İranlılar imparatorluğun sınırları için büyük bir tehlike arz ediyorlardı. Sultan pek çok defa batıdaki teşebbüslerini doğuda baş gösteren ayaklanmalar ve doğrudan açılan savaşlar yüzünden ertelemek zorunda kalmıştı. Hepsinin başrolünde İran şahı vardı. Doğudaki durumu sağlama almadan batıya yönelemiyor, barış sağlanmadan ya da savaş kesin bir zaferle mühürlenmeden diğer sınıra doğru ilerleyemiyordu. Ferdinand'ın Kanuni'ye gönderdiği elçisi Ogier Busbecq'in içinde bulunduğu durum da konuya ilişkin bir örnek teşkil ediyordu. Eğer Ferdinand Safevilerle bir anlaşmaya girecek olursa, Osmanlılarla yapacakları ateşkes çok kısa süreli olacaktı. Bir kardinalin Şarlken'e söylediği gibi, İran faktörü Avrupa'nın cankurtaranı olmuştu. Kardinal, eğer Tanrı İran Şahı Tahmasb gibi bir düşman göndermeseydi, Avrupa ve Hıristiyanlık âleminin mahvolacağını söylüyordu.
Sayfa 450Kitabı okudu
Kutsal İttifak'ın üç ana gücü İspanya, Venedik ve Papalık topraklarında çılgın kutlamalar hiç gecikmedi. En gösterişli törenler pek tabii Venedik, Roma ve bunu takiben Madrid'de yapılmıştı. Zafer müjdesi gelince Venedik'te çanlar çalmaya başlamıştı. Rialto Köprüsü'nün girişine bir zafer takı yapılmış, pazaryeri ışıklarla süslenmişti. Kapılara yenilen Türkleri ölümsüzleştiren madalyalar asılmıştı. Şüphesiz en çarpıcı detay bugün bile tatile çıkan İtalyanların kapılarına astıkları "tatil nedeniyle kapalıyız" (Chiuso per ferie) notunu andıran bir notun asılı olmasıydı: "Türklerin ölümü nedeniyle kapalıyız!" (Chiuso per la morti dei turchi.)
Sayfa 447Kitabı okudu
Bir Venedikli dava vekili olan Gioavanni Sagrado, Tanrı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu Hıristiyanlığın "kırbacı" olması için gönderdiğini iddia ediyordu.
Sayfa 443Kitabı okudu
Reklam
Bütün seyyahların İstanbul evleri hakkındaki görüşleri az çok aynıdır. Evler ne çok güzel, ne çok konforludur. Türkler bu dünyada kalıcı olmadıklarını göstermek için evlerini ahşaptan inşa ederler.
Sayfa 426Kitabı okudu
Canaye ve İstanbul Boğazı'nın bütün güzelliklerini anlatmanın “çok zahmetli olacağından" yakınır. “Türk acımasızlığına karşı, doğanın ve sadece doğanın iyileştirici etkisiyle bu topraklar onu gören herkeste hayranlık uyandırıyor ve onu söz konusu toprakların değerli üstünlüklerini inceleme isteğine itiyor" derken de Yeniçağ'da artık bir Avrupa klasiği haline gelen söylemi yenilemiş olur: İstanbul yanlış ve zalim ellerdedir. Simeon "herkesin arzuladığı payitaht şehri İstanbul" derken aslında dünyanın gözünün İstanbul üzerinde olduğunu bir kez daha hatırlatmaktan başka bir şey yapmaz.
Sayfa 425Kitabı okudu
Bu Sırp-Ortodoks söylemi, XVI. yüzyılda Luther'in kendisi başta olmak üzere Protestanların ve Katoliklerin Türklere karşı yenilgilere ruhani bir sebep bulma çabasıyla sık sık gündeme gelen "Türklerin Tanrı'nın cezası" olduğu savının Ortodoksluk dünyasındaki ilk örneklerinden birdir. Čaykanović ise Sırpların, Türklerin ve Arnavutların şeytandan doğduklarına inandıklarını gündeme getirir. 19 Türk, Tanrı tarafından Sırpların günahları yüzünden gönderilmiştir. Benzer şekilde Sırp folklorunda Türklerin yılanla temsil edildiği görülür. Sırp folkloruna göre Sırplar şahin yuvasından, Türkler ise yılan deliğinden çıkarlar.
Sayfa 419Kitabı okudu
Hikâye pek çok şekilde yorumlanabilir. Sonuçta bir halk hikâyesidir ve büyük ihtimalle zaman içinde türlü değişimlere uğramış, süslenip püslenerek bugüne dek gelmiştir. İslam'ın kılıcının Hıristiyanlığın kalkanına çarptığı bu devirde, böyle bir hikâyenin şarap gibi İslam'ın yasakladığı bir içeceğin, XVI. yüzyılda Müslümanlığın en güçlü temsilcisi olan Osmanlı devletinin askeriyle sık sık anılması Orta Avrupa'da yapılan anti propagandanın bir parçası da olabilir.
Sayfa 405Kitabı okudu
Reklam
Francis Osborn Türklerin başarılarının sebeplerinden birinin şaraptan uzak durmaları olduğunu söylüyordu. Böylelikle şarap Türk askerlerini kadınlaştırmıyordu. Ne de olsa şarap "disiplinin baş düşmanı” idi. Ayrıca savaşları için yaz mevsimi seçmeleri de çok akıllıcaydı. Böylelikle sıcağın getirdiği susuzluk gibi gereksiz dertlerle yüz yüze kalmamış oluyorlardı. Yeniçağ'da Osmanlıların askeri gücü ve disiplini üzerine yazılan hemen hemen tüm eserler, Türklerin bu alandaki başarısında şaraptan uzak durmalarının payının altını çizer. Savaş ve sefer esnasında şarap elbette yasaktır. Ximénez de Türk ordusunun savaş zamanlarında gücünü zayıflatmamak için tüm kötülüklerden uzak durduğunu kaydeder: "Savaşa çıktıklarında kötülükleri, şarabı, kadınları, oyunları evde bırakır ve bu taktikle kolayca Mağriplilerin üstesinden gelir ve onları vergi ödemeye mecbur ederlerdi."
Sayfa 396Kitabı okudu
Bütün Türkler her şeyden çok ekmeğe bayılırlar, özellikle de taptaze fırından yeni çıkan ekmeğe. Sultan ne bıçak, ne de çatal kullanır. Tek kullandığı tahta bir kaşıktır. Önünde her zaman iki tane kaşık bulunur, bir tanesi sebze çorbasını içmek için, diğeri de susuzluğunu gidermek için içtiği çeşitli meyvelerden yapılan, limon suyuyla ve şekerle karıştırılan şerbetlerini içmesi için. Yemeklerini birer birer tadar, tattığı yemekler sofradan kaldırılır. Eti o kadar yumuşak, o kadar incelikle pişirilmiştir ki, daha önce de dediğim gibi yemek için bıçağa ihtiyacı yoktur, parmaklarıyla kolayca eti kemiklerinden ayırabilir. Sofrada tuz kullanmaz, iştah açıcı filan da yemez. Ama eti bitirip de doyunca midesine son olarak baklava ya da ona benzer bir şey gönderir. İşte, akşam yemeği böyle bitince ellerini dünyanın en güzel mücevherleriyle süslü bir altın bir leğende yıkar. (Seyyah Ottoviano anlatıyor.)
Sayfa 392Kitabı okudu
Biz yine kahveye dönelim ve Thévenot'a kulak verelim. Türklerin "günün her saatinde" içtiklerine şahit olduğu bu içeceğe dair tatlı bir ifade sunar gezginimiz: “Ağız yakabilir korkusuyla küçük yudumlarla içilir; öyle ki bir kahvehaneye gittiğinizde çok hoş bir höpürdetme musikisi kulağınıza çalınır." Kimilerinin içine karanfil ve birkaç kakule tanesi attığını, kimilerinin de biraz şeker koyduğunu belirttikten sonra imparatorluğu saran bu çılgınlığı şöyle özetler: "İster fakir ister zengin olsun, günde iki veya üç fincan kahve içmeyen yoktur ve bu, kocanın karısına temin etmek zorunda olduğu temel ihtiyaç maddelerinden biridir."
Sayfa 388Kitabı okudu
Genel kanı Türklerin yemeği tam bir bedensel ihtiyaç olarak görmeleri, bunu bir zevk unsuru haline getirmemeleridir. Bu kanı pek tabii halk için geçerlidir. Baron Venceslav "Yemeğe pek düşkün değillerdir" der. "Bana kalırsa yaşamak için yerler, yoksa yemekten bir zevk duyduklarından ötürü değil." Sonra da yine pek çok izleyenin dikkatini çeken bir unsura değinir: "İyi bir huyla- rı vardır; yemekte hiç konuşmazlar ve fazla oyalanmazlar; karnını doyuran, 'Allah'a çok şükür' deyip kalkar ve yerini hemen başkası alır. Yemek yönünden aralarında ayrılık yoktur; kimseyi tanımadığı halde gelen biri, ayakkabılarını çıkarıp sofraya oturabilir ve eline bir kaşık alıp yiyenlere katılabilir. Yemeği bitirince paşa, Allah'a şükrederek, sofrayı kaldırın, derdi." Bobovius da Türklerin çok kanaatkâr olduklarını ve fazla yemek seçmediklerini belirtir.
Sayfa 384Kitabı okudu
Batı, genel olarak Türk erkeklerinin kadınlarına karşı duydukları bu kıskançlığı delice bulur. Bir misafirin kapıyı çaldıktan sonra evdeki kadınların toparlanması ve saklanması için bir süre kapıda ayakta beklemek zorunda kalması Batı medeniyetinden gelen bir insanın anlayamayacağı bir şeydir.
Sayfa 373Kitabı okudu
782 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.