1951’de Jamaika’da doğan Patricia Duncker, Cambridge’deki Newnham College’da İngiliz dili ve edebiyatı okudu. Oxford’daki St Hugh’s College’da İngiliz ve Alman Romantizmi üzerine doktorasını tamamladı. Hayatının önemli bir kısmını yolculuklara ayıran yazar, yılın belli zamanlarında Almanya’da ve Fransa’da dersler veriyor. 2007’den beri yaşadığı Manchester’da Romantik Dönem, Victoria Dönemi ve çağdaş İngiliz edebiyatı üzerine dersler vermeyi sürdürüyor. İlk romanı Foucault’yu Sayıklamak’la (Hallucinating Foucault, 1996) hem Dillons İlk Roman Ödülü’nü ve McKitterick Ödülü’nü kazandı, hem de başka ödüllere aday gösterildi. Miss Webster and Chérif (Bayan Webster ve Chérif, 2006), The Strange Case of the Composer and his Judge (Bestecinin ve Hâkiminin Tuhaf Davası, 2010), Monsieur Shoushana’s Lemon Trees(Mösyö Shoushana’nın Limon Ağaçları, 1997) ve Sophie and The Sibyl (Sophie ve Kâhin, 2015) yazarın dikkati çeken kitapları arasında. Aynı zamanda, Sisters and Strangers: An Introduction to Contemporary Feminist Fiction (Kız Kardeşler ve Yabancılar: Çağdaş Feminist Edebiyata Giriş, 1992) ile yazarlık ve edebiyat üzerine yazılarının yer aldığı Writing on the Wall (Duvara Yazmak, 2002) adlı incelemeleri de bulunan, edebiyat üzerine pek çok deneme ve makale yayımlayan Duncker, akademisyenliğin yanı sıra editörlük de yapıyor.
Yaşamda öyle zamanlar vardır ki, insanın düşünmeye ve görmeye devam edebilmesi için, düşündüğünden farklı düşünüp düşünemeyeceğini, gördüğünden farklı algılayıp algılayamayacağını öğrenmesi büyük önem taşır.
Yaşamda öyle zamanlar vardır ki, insanın düşünmeye ve görmeye devam edebilmesi için, düşündüğünden farklı düşünüp düşünemeyeceğini, gördüğünden farklı algılayıp algılayamayacağını öğrenmesi büyük önem taşır.
1000kitap ailesine katıldıktan sonra ki ikinci kitabım ve ilkinde olduğu gibi yine bir yazarın yazdığı ilk kitabı okumuşum. Bunu kitabın sonunda farkettim.
Kitap bence iki bölümden oluşuyor. Bir yere kadar olay nedir ne anlatıyo burada ne dedi şimdi diye geçiyor sonra kitap bir başlıyor ki tek nefeste bitiriyorsunuz. Yani en azından benim hissettiklerim bunlar.
Kitaplara puan vermek benim haddime düşmez tabii ki ama kendi zevkime göre puanımı verdim. Verdiğim puanlar kesinlikle kitabın iyi veya kötü oluşuna değil benim o kitaptan ne kadar zevk aldığım ile alakalı.
Kitap okumaya yeni başlayan birine bu kitabı önermiyorum ama 100. kitabınızdan sonra kafa dağıtmak için okunabilecek bir kitaptır.
Herkese iyi okumalar...
“Foucault’yu Sayıklamak” kitabında birkaç farklı okur var. Bir tanesi kitapların kenarlarına notlar düşüyor, bir diğeri metinle ilgilenirken yazarı umursamıyor… Paul Michel’inse tuhaf fikirleri var; Michel Foucault’nun aslında “onun için” yazdığına inanıyor. Bilmiyorum bir yazarın belirli bir okur için yazması mümkün mü? Fakat unutmayın, Paul Michel neticede yasa kararıyla hastanede tutulan bir deli.
Okuduktan sonra yazarın kitabı hakkında röportajını da okursanız o zaman tam anlamıyla bu kitabı anlayabilirsiniz. Linki aşağıya bırakıyorum.
egoistokur.com/michel-foucault...
Duncker, gerçek bir yazarı karakter olarak kullanarak hikayeye gerçeklik katmanın yanında muhteşem mekan ve karakter tasvirleri ile okuyucuyu adeta hikayenin içine çekiyor. Açık söylemek gerekirse ilk başlarda ben ne okuyorum acaba diye düşündüm ve çok sıkıldım. Ama sonrası tam bir fırtına. Resmen fırtınada oluşan sel gibi akıp gitti ve nasıl sonuna geldiğimi anlayamadım. Hele ki son sayfalara geldiğimde yok artık diyerek yerimden kalktım. O nasıl bir kurgudur, o nasıl bir sondur öyle dedim.
Karakterlerin gercek hayatta var olmasi ve onlarin hayatlarina, ic dunyalarina boyle bir kurgu ile tanik olmak cok keyif vericiydi.
Kitapla ilgili tek bir eleştirim var o da çevirmenin dipnotlar için çok kez en arkaya sayfaya yönlendirmesine. Dipnotlari sayfa altında görmek varken en arka sayfaya gidip gelmek akıcılığı bozabiliyor. Sahsen ben bir yerden sonra geri donup bakmamaya başladım.
Eğer tek düzelikten ve birbirinin çok benzeri hikayelerden sıkılıp farklı bir hikaye arıyorsanız kesinlikle alip okumalisiniz.