Marx'ın savunduğuna göre, kapitalizm, köylülük topraktan koparıldığı ve “özgür” ücretli emekçi haline getirildiği zaman doğdu, çünkü sermaye ancak özgür ücretli emek çerçevesi içinde özgürce biriktirilebilirdi. Bu sürecin aldığı “klasik biçim”, ortak mülkiyete tabi toprakların çitle çevrilmesi sonucunda eski köylü yaşam tarzının yıkıldığı, sonra da eski köylülerin, hayat ta kalabilmeleri açısından zorunlu metaları satın alabilecekleri gerekli parayı kazanabilmek için, çalışma yeteneklerini satmak zorunda kaldıkları İngiltere'de gerçekleşti.
Devrimini yapması için proletaryada bulunması gereken özbilinç, burjuva devrimcilerinin aksine Marksistlerin, içinde bulundukları durumun gerçeklerine tam bir dürüstlükle yaklaşmalarını ve her türlü birleştirici efsaneyi, özellikle de milliyetçilik efsanesini, siyasal açıdan sakatlayıcı sayıp reddetmelerini gerektirirdi. Sosyalist devrim ancak işçi sınıfının kendi kendini özgür kılması olarak gerçekleştirilebileceği için, işçilerin tarihsel açıdan yepyeni bir derecede özbilince sahip olmalarını gerektirirdi.
Marx, Kapital'in 3. Cildinde şu ünlü cümleyi yazmıştır: “Özgürlük dünyası, gerçekte, ancak çalışmanın ihtiyaca ve dış baskıya tabi olmaktan kurtulduğu yerde başlar.”
Devlet, toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu, toplumun, kendi kendisiyle çözülemez bir çelişki içine girdiğinin ve gidermekte yetersiz kaldığı uzlaşmaz karşıt lıklar biçiminde bölündüğünün kabul edilmesidir. Ama bu kar şıtlıkların, çatışan iktisadi çıkarlara sahip sınıfların, kendileri ni ve toplumu kısır bir mücadelenin içinde eritip bitirmelerini önlemek amacıyla, çatışmayı dizginlemek ve “düzen”in sınırları içinde tutmak için, görünüşte toplumun üstünde yer alan bir güç zorunlu hale gelmiştir... [Ne var ki), devlet aynı zamanda da sınıflar arasındaki savaşın tam ortasında doğduğuna göre, normal olarak, en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan ve imkanları sayesinde siyasal bakımdan da egemen sınıf haline gelen, böylece de ezilen sınıfı boyunduruk altında tutup sömürmek için yeni araçlar elde eden sınıfın devletidir.
Son derece güzel bir çeviri, içerisinde yoğun tartışmaların yoğun bir şekilde anlatıldığı Marksist tarih kuramının ne olduğu ve yöntem-sistem diyalektiğinin nasıl kavrandığı, Marksist tarihçilerin tarihi diyebileceğimiz bir özetin de var olduğu nitelikli bir kitap.
II. Enternasyonal’in Marksizminin salt dogma ve salt “kendiliğindenci” bir durağanlıkta kalmadığını aksine çok yoğun tartışmaların döndüğünü göstermesi açısından da önemli , Marx’ın tarihi nasıl anladığı ve özne-yapı ilişkisi üzerine kaba Marksizmi aşan bir yaklaşıma sahip bu açıdan da mutluluk verici.