" Van Gogh ile destekçisi kardeşi Theo arasındaki ilişkiyi konu edindi. Gerçeklikle bağlantısı zayıfladıkça ruhsal dengesi bozulan Van Gogh'un sanat tacirleri tarafından sömürülmesini de ele alan film, yönetmenin deyişiyle "ünlü bir sanatçının değil, yaptığı işin önemini bilmeyen bir sanatçının karmaşık başarısızlığının öyküsü" oldu."
"Albert Finney, Lauren Bacall, lngrid Bergman, Sean Connery gibi ünlü oyuncuların rol aldığı Murder in The Orient Express (Şark Ekspresinde Cinayet, 1974) Agatha Christie'nin romanını uyarlarken, İstanbul' da geçen bölümlerde, Batılıların görmek istedikleri yapay bir ortam yarattı."
"Hoşçakal Yarın (1997) Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarının idam öyküsünü perdeye getirdi. Yakın geçmişin en
büyük ayıplarından birine eğilen film, kusursuz bir çalışma olmasa da, yönetmenin sinemaya siyasal yaklaşımının bir başka iyi niyetli örneği oldu."
"İkinci Dünya Savaşı sonunun "geceleri karartmalı" İstanbul'unda, yazdığı bir
şiir kitabı nedeniyle polisçe aranan bir aydının (Tarık Akan) kaçış öyküsünü
düzgün bir anlatımla aktardı."
Yusuf Atılgan'ın romanından uyarlanan
Anayurt Oteli ( 1986) ise yönetmenin belki de en önemli çalışmasını oluşturur.
Film küçük bir kasaba otelinin yaşamdan kopuk yöneticisi Zebercet'in (Macit
Koper) otelde bir tek gece kalan bir kadına (Şahika Tekand) bağlanarak, dönüşünü beklemesini konu edinir. Kadının dönmek bilmeyişi, saplantıları ve
yalnızlığı gittikçe artan Zebercet'i çılgınlığa ve ölüme sürükler. Yönetmen bu
içsel yolculuğu, yer yer sessizliklerin öne çıktığı sakin bir anlatımla aktarır."
Kitaplarını Halikamas Balıkçısı adıyla yayımlayan Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın
yaşamından bir kesiti perdeye getiren Mavi Sürgün ( 1992), Ankara'dan Bodrum'a sürgüne giden yazarın (Can Togay) uzun tren yolculuğu boyunca geçmişiyle hesaplaşmasını konu edindi. Bodrum bölümü yolculuk bölümüyle çelişen film, çarpıcı görüntüleri ve aralarında Hanna Schygulla'nın da bulunduğu oyuncuların düzgün oyunculuğu ile dikkati çekti."
"Yine başrolü de üstlendiği La Vita e Bella
(Hayat Güzeldir, 1998) bir toplama kampının çirkinliklerini küçük oğluna hissettirmemeye çalışan bir babanın çabasını, büyük duyarlıklar içeren hüzünlü bir güldürü ortamında aktardı. Yönetmenin başrolü de oynadığı, Collodi'nin
ünlü çocuk klasiği Pinocchio (2002) uyarlaması ise kitaba bağlı kalan ve özel efektlere de yer veren başarılı bir film oldu."
"Umberto Eco'nun romanından
uyarlanan ve başrolü Sean Connery'nin oynadığı Le Nom de la Rose (Gülün
Adı, 1986) ise romanın felsefi içeriğinden soyutlanınca, görselliği öne çıkan
bir serüven filmine dönüştü.
"Şarkıcı Renaud ile Gerard Depardieu'yü bir araya getiren Germinal ( 1993) ise Emile Zola'nın romanının en başarılı uyarlamalarından birini oluşturdu."
"Filistin-İsrail çatışmasına bir aşk
öyküsü aracılığıyla değinen Hanna K. (1983 ), güldürmeyen bir güldürü olan
Conseil de Famille (Aile Konseyi, 1986), yönetmenin önemli çalışmaları arasında yer almaz."
"İtalyan sinemasının belki de en özgün yaratıcı yönetmeni Federico Fellini
( 1920-1993) Rimini'de doğdu. Yönetmen, filmlerinde sık sık değindiği çocukluk dönemini hiç anımsamadığını, anılarını uydurduğunu söylese de, çocukluk
dönemini etkileyen üç öğenin Katoliklik, faşizm ve sirk dünyası olduğu bilinir."
"Bir Protestan rahibin çocuğu olarak Uppsala'da (İsveç) dünyaya gelen (Ernst)
lngmar Bergman ( 1918-2007) Stockholm'de öğrenim gördü. Çok sert bir disiplinin egemen olduğu baba ocağında, kızkardeşiyle evde film göstererek,
kukla oynatarak gelişen sanat eğilimi, Stockholm Üniversitesi'nde edebiyat ve
sanat tarihi okuduğu yıllarda üniversite tiyatrosunda çalışmaya yöneltti Bergman'ı. Stockholm Kraliyet Tiyatrosu'nda yönetmen yardımcısı oldu (1940).
Helsingborg Belediye Tiyatrosu yöneticiliğini üstlenerek Hamlet'i sahneye
koydu."
"Akira Kurosawa'nın yönettiği Rashomon'un 1951 yılı Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan Ödülü'nü kazanması, Japon sinemasının Batı ülkelerince "keşfinin" de başlangıç tarihini oluşturur."
"Sert eleştirileri nedeniyle bir yıl önceki festivali izlemesine izin verilmeyen François Truffaut'nın, bu kez yönetmen olarak katıldığı festivalde Les 400 Coups (400 Darbe, 1959) ile en iyi yönetmen ödülünü alması, Alain Resnais'nin yönettiği ve yarışma dışı gösterilen filmi Hiroshima Mon Amour'un (Hiroşima Sevgilim, 1958) büyük ilgi uyandırması ve tartışmalara yol açması, Yeni Dalga akımının doğuşu için yeterli oldu. Böylece, 1945'ten beri sinemada yenilikçi bir çizgi izlemeye çalışan genç yönetmenler kendilerini sinema dünyasına kabul ettirmiş oldular."
"Nevzat Pesen ( 1921-1973) ise Steinbeck'in "Fareler ve lnsanlar'ından uyarladığı "ikimize Bir Dünya ( 1962)" ile yerli sinemanın kalıplarının dışına çıkabilmek yürekliliğini gösterdi. ikimize Bir Dünya, iki arkadaşın (Orhan Günşiray ve Kadir Savun) büyük kentteki acıklı öyküsünü çağdaş sinemaya yaraşır bir anlatımla verdi."