Celâlzâde Mustafa’nın, “Merhum Sultan Selim Han padişah olmasa, milk-i Rum elden gitmiş idi.” Sözü, Osmanlı devlet adamlarındaki psikolojik durumu açık bir sûrette göstermektedir.
O devirde bazı toplumlar, başlarına giydikleri giysilerin renklerine göre isimlendiriliyordu. Buna göre, Özbekler Yeşilbaş, Safeviler Kızılbaş, Osmanlılar Akbaş, Gürcüler ise Karabaş olarak anılıyorlardı.
Osmanlu yanına kalır mı sandın
Nice intikamlar alınsa gerek
Mehdi çıkar ise nic’olur hâlin
Heybetli küsleri çalınsa gerek.
Gazi Mehdi bir gün Uruma çıkar
Yezit kalesini hem burcunu yıkar
On iki İmam’ın sancağın çeker
Kırmızı tâç ile salınsa gerek
Pir Ali der Mehdi ciğer yanığı
Kırmızıdır donu yeşil sarığı
Düzelim koşalım bahçeyi bağı
Yezidler aradan sürülse gerek.
Mehdi dedem gelse gerek
Alî divan kursa gerek
Haksızları kırsa gerek
İntikamın ala bir gün.
Şah-Kulu’nun nüfuzu o kadar artmıştı ki, taraftarları kendisini mehdi, peygamber, hatta Allah mertebesine çıkarıyor; şahın öldüğü ve Şah-Kulu’nun onun yerine geçtiği şâyiası yayılmış bulunuyor, memleketi ancak onun kurtarabileceğine inanılıyordu.
Niksar’dan Ali Kulu Abdal, Katırcı Deli İbrahim ve Emin Koca adındaki kişilerin; “bizim tanrımız Ali’dir ve namaz ve oruç Yezid’e gelmişdir ve namazımız kılınmışdır ve orucumuz tutulmuşdur ve bizim ka’bemiz İmam Hüseyin’in merkadidir.” Demeleri ilginç ayrıntılardır.
Denizli’de Saruyatar Zaviyesi’nde toplanan ışıkların, zaviyeye gelen Ömer ve Osman isimli kimselere, “Bed nâmlardır” diye isimlerini değiştirmeyince ziyarete ruhsat vermedikleri belgelere yansımış.