"Hekimhan'dan gelme Ragıp Hurşit oğlu köyümüz eşrafından Murtaza Efendi Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi şayet çocukları yetişirse öğle namazını, yok yetişemez ise ikindi namazını müteakip köy mezarlığına ebedi istirahatgâhına defnedilecektir. Allah rahmet eylesin."
Köylü kalmışlardı, fakir kalmışlardı, ayrıca kimsesiz kalmışlardı. Kimse onların halini sormuyordu. Bu yüzden de herkes bir varlık peşinde koşmak için daha iyi imkanlar aramak gayretindeydi. İşte köyden kente göçün temelinde de zaten bu düşünce yatıyordu.
Köye kurulan pazarın en şaşalı mevsimiydi. Malatya'nın armudu, kuru kayısısı, kuru üzümü, pestili; Gürün'ün elması, cevizi, domatesi, pekmezi, sumağı; Arapgir'in kendine has şeker gibi siyah üzümü...
"(...) Bununla karın mı doyar, zaten ektiğin para etmiyor. Zıkkım olsun baksana bir tüccar gelip de almıyor. Herkesin mahsulü tarlasının başını bekliyor."
"Gidenler de senin gibi düşündü, çaresizlik insana neler yaptırıyor. Bak bu bağ bahçe bırakılır da İstanbul'un kalabalığı çekilir mi? Emme neytceen, bir lokma ekmek insanı taştan taşa çalıyor. Aklı olan bu köyü niye beklesin ki? Kal büyük yerde, öl büyük yerde."