Tasavvuf düşünce ve hayat tarzı olarak lslamın kendi kaynaklarından ve buna bağlı olarak Hz. Muhammed (sav) ve onun Ashabı tarafından yaşanan hayat biçimini temel alarak ortaya çıkmıştır. Esas olan zühd ve takvaya dayalı bir hayat sürdürmek, dünyevi zevk, makam, mal ve mülke kalpte bir değer beslememek ve asıl hedef olan Hakk’a yönelmek için daimi bir ibadet ve taat içinde olmaktı. Daha sonra İslam toplumunda zenginliğin artması, hem ilimlerde hem de devlette kurumsallaşmanın artıp gelişmesi ve Müslümanların başka yaşam tarzları ile tanışmalarının bir sonucu olarak Hz. Peygamberin ortaya koymuş olduğu dindarlık modelini takip edenlerin sayısında bir azalma oldu. Müslümanlar içinde dünyevileşme temayülleri belirdi. İşte tasavvuf Müslümanlar arasında olumsuz olarak gördükleri bu gidişata tepki göstererek İslam’ın özünü temsil ettiğini düşündükleri bir hayat tarzını benimseyen kimselerin yolu olarak bilinir (Yaman, 2016; 45, 46). Yüzyıllar boyunca sadece İslam düşüncesinin değil İslami hayat tarzının bir parçası olmuş İslam tasavvufu, varlıka, dünyaya, insana belli bir bakış açısını yansıtan, teolojisiyle, ontolojisiyle, epistemolojisyle, ahlak anlayışıla kendisine özgü bir bakış açısı olan pratik-düşünsel bir akımdır. İslam tasavvufu yukarıdaki görüşü savunanların iddia ettiklerinin aksine, islam medeniyetinin en canlı ürünlerini sergilemeye, toplumsal örgütlenme, ekonomi, bilim, felsefe ve sanatsal etkinlikler alanında en parlak başarılarını göstermeye başladığı bir dönemde ortaya çıkmıştır.