Haçlı orduları 1204 yılında İstanbul’u işgal etti.(IV. Haçlı Seferi)
Avrupa’dan gelen Latinler Bizans’ın tüm değerli sanat eserlerini ve zenginliklerini çalıp kendi ülkelerine götürdüler.
1 Haziran 1453 tarihinde Sadrazam Zağanos Paşa tarafından üstünde Sultan II. Mehmet’in tuğrası bulunan ve Rumca yazılmış olan bir ahitname verildi.
“Sizler Sultanın dostlarısınız. Hiç kimseden zarar görmeden Galata’yı elinizde tutacaksınız. Bu zamana kadar Bizans imparatorundan elde ettiğiniz hakları aynen koruyacaksınız. Bu nedenle hiç başka bir şeyle uğraşmayın. Sultanı da kızdırmayın.”
İstanbul’a gelen sefaretlerin Babıâli ile ilişkilerini sürdürebilecek tercümanlara ihtiyaçları vardı ve yabancı dil hâkimiyeti olan Osmanlı vatandaşı bulmak çok zordu.
Fetih sırasında Galata’da bütün düzen çökmüştü. Galata kolonisinin soyluları bir araya gelerek bir birlik oluşturdular. Hem hukuki hem dini özelliği olan bu birliğe Magnifica Comunita di Pera (Pera Muhteşem Topluluğu) denildi.
Kule Ceneviz kent yönetimi tarafından 1348-1349 tarihinde inşa edilmiştir. Günümüzde turizm amaçlı kullanılan kule için Bizanslılar Megalos Pyrgos ( Büyük Burç ), Cenevizliler ise Christea Turris ( İsa Kulesi ) ismini kullanırlardı.
Sultan IV. Mehmet’in eşi, Sultan II. Mustafa’nın annesi Rabia Gülnuş Valide Sultan arabasıyla gezerken, Azap Kapı’nın sokakları arasında küçük bir meydandaki çeşmenin başında, kırılan testisinden elinde kulpu kalmış ağlayan bir kız çocuğu görür ve çocuğu çağırtarak ona para vermek ister. Çocuk verilen parayı almaz ve yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla Valide Sultan’a şöyle der: “Testiyi kırdım parası için ağlamıyorum, eve su götürmenin üstesinden gelemedim ona ağlıyorum.”
Osmanlı’da, 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması sonrasında toprak kayıpları başladı. Ekonominin yönüde değişti. Devletin giderleri aynı kalırken gelirler artık azalıyordu.
1750 de maliye bütçe açığı vermeye başladı. 1775 de iç borçlanmaya gidildi, Türk parası bir dönem tağşiş edildi.
Devlet-i Aliyye 1854 yılından itibaren yurtdışından borçlanmaya başladı. Mali yapı sağlamlaştırılmadan genellikle ağır şartlarda dışarıdan borç alınmaya girişilmesi Osmanlı’yı yabancı ülkelere muhtaç olan adeta bir yarı sömürge haline getirdi.
Bu süreçte 230 milyon Osmanlı lirası borcu birikmişti. Alınan paranın büyük kısmı Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız, Çırağan ve Feriye saraylarının inşasına harcanmıştı. Yine bu dönemin devlet adamlarına Boğaziçi, Bağlarbaşı, Çamlıca, Göztepe, Erenköy, Büyükada ve Heybeliada’da toplam 320 yalı, köşk, konak inşa edilmişti. Bütün bu hesapsız harcamaların sonunda havuz kurudu.
“Osmanlı bir devlet görüntüsünü kaybetmiştir. Ortalıkta görünen, servetlerini arttırmak için ülkenin batmasına sebep olan devlet adamları ile onlardan geçinen 20-30 tefecinin kurdukları bir düzendir.”
Osmanlı Devleti 1780’lerden itibaren eğitimi ıskalamıştı. Medrese ve mahalle mekteplerinden mezun olanların çağı yakalama imkanı yoktu. Yönetim, ileride devleti yönetecek insan yetiştiremiyordu. Oysa bu dönemde Avrupa sanayi devrimini yaşıyordu.
Eğitime ve sanayileşmeye harcama yapmayan devlet padişahların ve sadrazamların saray, köşk ve konaklarına çok büyük paralar harcayarak geleceğini karartmış oldu.
Sultan II. Abdülhamit, kendisinin tahtan indirileceğinden korktuğu için İstanbul’da elektrik kullanımına izin vermedi. Alman Prens De Bülow hatıralarında bu konuyu şöyle anlatır:
“Sultan II.Abdülhamit ile yaptığımız görüşmede padişaha İstanbul’da Siemens tarafından elektrik üretilmesi ve şehre dağıtılmasını teklif ettik. Bu sayede şehrin ışıklandırılacağını ve de sanayide daha çok üretim yapılacağını anlattık ama sultanı ikna edemedik.”
Belediye yetkilisi Osman Nuri Ergin de dahil birçok yazar Sultan II. Abdülhamit’in güvenlik kaygısına, elektriğin en uzak mesafelerden bile bir tel vasıtasıyla sanayiyi alt üst edebileceği şeklindeki tarifi imkansız bir korku içinde olmasına bağlamaktadır.
Elektriğin İstanbul’a geç gelmesinden biri de elektrikten kaynaklan yangınların o dönemde ahşap olan evleri küle çevireceği korkusudur.
Biz burada din kurucu bir heyet değiliz. Bizim memlekette herkes hürdür, hür olan bir memlekette yaşayan insanların dini inanışlarına karışmak hiçbir vatandaşın hakkı değildir.