Güneşte yanma meselesi nereden çıkmış biliyor musunuz? On sekizinci yüzyılda Endüstri Devrimi olmuş. İnsanlar o zamanlara kadar tükettikleri kadar üretirlermiş. Ancak o tarihlerde buhar gücünden makine elde edilip makinenin üretime sokulması ile ortaya çıkan fabrikalar sayesinde üretim korkunç bir şekilde artmış. Öylesine ki, bu üretim tarzına yönetim literatüründe kitlesel üretim (mass production) diye özel bir ad takılmış.
Bu yeni üretim şekli insanların tüm yaşamını değiştirmiş. O zamanlar şehirlerde yaşayan aristokratların tenlerinin beyaz olması makbülmüş. Kırsal kesimlerdekilerin ise açık havada güneşin altında çalıştıkları için tenleri koyu (amele yanığı) olurmuş. Fabrikalarda çalışmak üzere kırsal kesimden şehirlere göç ettiklerinde, kapalı alanda çalışmaya başladıkları için tenleri beyazlaşmış. Buna sinirlenen şehirliler "şu işçilerden farkımız olsun" diye aramış ve çözümü deniz kenarına koşup yanmakta bulmuşlar.
Güneşte yanma böyle başlamış ve güneşli tatiller şimdiki yaşamın takıntısı hâline gelmiş.
Kendinize inanıyorsanız eğer, özgüven ve iç disiplin sahibiyseniz eğer, her şey bittiğini sandığınız anlar en güçlü başarılarınızın başlangıçları olabilir.
Üniversiteler hiçbir zaman iş yaşamının gerçek ihtiyaçlarını tam olarak karşılayan insanlar yetiştiremezler. Tüm formel eğitim önemini gittikçe kaybedecek. Diplomalarımız bir süre sonra nostaljik bir ânı olarak kalacak. (Çoğumuz için zaten öyle ya, neyse). Onun için üniversite duvarları yıkılmalı. Sevindiricidir ki, çabalar var. İçten hem akademisyenlerin kendilerini hem de öğrenciler, dıştan da çeşitli çevreler bu çabalara katılıyor. "Akademisyenler de" diyorum; çünkü onlar da bunu biliyorlar ve açığı kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Rahmetli Adnan Kahveci'nin bakan olduğu dönemlerde bile telefonlarını kendisi açtığı söylenirdi. Bu doğru mu ya da en azından telefonlarının hepsini mi kendisi açardı bilmiyorum ama ben bir kez rastladım kendisinin açtığına. Mütevazi bir ses: "Ben Adnan, Ankara'dan Adnan..." Ankara'da bildiğim Adnan felan yok, çok da meşgulüm ya, sözünü kesip, "Ne Adnan'ı, hangi Adnan kardeşim?" diye soruyorum. Ses cevap veriyor: "Adnan, Adnan Kahveci." Kendisi bir süre daha, Acaba biri benimle gırgır mı geçiyor" diye dinlediğimi itiraf etmeliyim.
Hani bir "İletişim kopukluğu" hastalığı var ya, aslına bakarsanız iletişim kopukluğunu bağlamak yerine onu koparmak için elimizden geleni yapıyoruz.