Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Zekeriya Işık

Zekeriya IşıkDevlet ve Tarikat yazarı
Yazar
Editör
9.7/10
3 Kişi
8
Okunma
0
Beğeni
790
Görüntülenme

Zekeriya Işık Gönderileri

Zekeriya Işık kitaplarını, Zekeriya Işık sözleri ve alıntılarını, Zekeriya Işık yazarlarını, Zekeriya Işık yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Osmanlı Toplumunda Tarikatların Devlet Otoritesi Karşısındaki Tutumları
belleten.gov.tr/tam-metin/295/tur 19. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Tarikatların Devlet Otoritesi Karşısındaki Tutumları İzinsiz Tekke ve Zaviye Açmaları ve Buraları Amacının Dışında Kullanmaları Yoluyla Metis/Kaçış Yöntemleri Modernleşme sürecinde Osmanlı Devleti resmi İslam’ın yaygınlaşması kadar tasavvufi çevrelerin ve diğer heterodoks
Devlet ve Meşâyihin Tekke Üzerindeki Nüfuz Mücadelesi
Tekke ve tarikat yapılanması Osmanlı Devlet ve toplum nizamının en önemli bir parçasıydı. Bilhassa Osmanlı Klasik Çağı'ndan itibaren giderek devletleşen (sisteme entegre olan) bu yapılar aynı zamanda çeşitlenerek hızla bütün imparatorluk sathına da yayılmaya başlamışlardır. Devlet ve toplumun her kademesinde öyle yada böyle bir şekilde karşılığı bulunan tekke ve zaviyelerin iktidarına sahip olmak veya üzerinde nüfuz sağlamak bir nevi Osmanlı Devleti'nde söz konusu yapıların bulunduğu bölge ve mahallerde sosyal ve toplumsal iktidarı elde tutmak anlamı taşımıştır. Bu durum devlet ricali ile meşayihi tekke iktidarı üzerinden birçok alanda bir nüfuz mücadelesine sevk etmiştir.
Sayfa 41
Reklam
Mistik güçlerle bezenmiş ihvan topluluğu üyelerinin nerede ve ne kadar olduklarının devlet tarafından hiç bilinemeyecek olmasının yarattığı kaygı, şüphe ve korkulardır. Yani müritlerin her yerde ama hiç bir yerde bulunmamaları meselesidir. Osmanlı devleti için devlet-tarikat ilişkileri aslında tasvirini yapmaya çalıştığımız bu gizemli şeffaf olmayan yapı ile hemen her şeyi ortada olan devletin eşitsizlik düzlemindeki ilişkisi şeklinde tezahür etmiştir. Devlet sayısını, gücünü, nüfuz alanını kestiremediği bu “Şeyh merkezli dini toplulukları“ göremediği ve bilemediği yönlerinden çok görünen ve malumat alınabilen yönleri üzerinden takip etmeye çalışmıştır. Bu takip yöntemlerinden en başlıcası bir şehir etrafında toplanan derviş, mürid ve sempatizan topluluğunun sayısal niteliğini izlemek olmuştur. Başka bir değişle “popülerleşme (bilinirlik ve kabul görme)-siyasileşme“ özdeşliği ile şeyhlerin etrafında toplanan kalabalıkla onun siyasi emelleri olduğu ya da olmadığı yolunda bir bağlantı ve özdeşlik kurulmuştur.
Sayfa 107Kitabı okudu
Zira devlet ve tarikatın her ikisi de dine dayanmış ancak her ikisinin dini algılarının birbirinden farklı olması ciddi sorunlar yaratmıştır.“ Sufilerin Tanrı’yı, yaratılışı ve varlığı anlamlandırma yönündeki düşünce pratikleri, sülûkları süresince edindikleri davranış biçimleri, zihin olgunlaşmaları ve yaşadıkları manevi haller, his ve heyecanlar, onları Tanrı’yı, alemi, hayatı ve toptan bir varoluşu anlamlandırmada toplumun diğer kesimlerinden farklı ve yetkin kalmıştır. Bu onların günlük hayattaki gelişmeler karşısında sergiledikleri tavır ve tutumlarında ve insan ilişkilerinde de görülür. Bu farklı inanç, düşünce, tutum ve davranışlar şüphesiz devletle olan ilişkilerde de kendisini göstermiştir. Corbin, bu durumu “her kim zahiri bakış açısından ayrılıyorsa siyasi kargaşa çıkardığı varsayılıyordu.“ diyerek izah etmeye çalışmıştır. Bu çatışma Bayramî Melâmilerinde olduğu gibi zaman zaman Kıyamlar, kıyımlar ve idamlarla sonuçlanmıştır.
Sayfa 106Kitabı okudu
Zaviyeler imparatorluğun en seçkin yerlerinde bulunmakta, çok uzak yerlerden gelen Kalenderî dervişlerinin buluşma mekanları olarak onların hizmetini görmektedir. Ricaut’a göre bu dervişler, İslamiyeti yaymak bahanesiyle İran’dan Moğolistan’a hatta Çin’e kadar seyahat ederek aslında casusluk yapmaktadırlar. Onlar doğu dünyasının en mükemmel casuslarıdır. Bu hizmetlerine rağmen devletin onlara pek de iyi gözle bakmadığı, bazen zaviyelerin gayri ahlaki olaylara sahne olmaları sebebiyle Köprülü Mehmet Paşa tarafından yıktırıldığı görülmektedir.
Sayfa 104Kitabı okudu
Tasavvuf meşrepleri gereği sürekli seyahat eden dervişler tek başlarına veya topluluklar halinde “mekansızlıktan gayrı mekan yoktur.”prensibiyle bellerine sardıkları keşkülleri ve ilginç kıyafetleriyle yeri aç, yarı tok bir şekilde ülkeler, şehirler, beldeler katetmişlerdir. 
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
Ancak devletle tarikatı aynı sosyolojik düzlemde birleştiren süreçlere rağmen, devleti tarikat karşısında çaresiz bırakan, korkutan ve kaygılandıran dolayısıyla bu özerk yapıların olası bir tehdit olarak algılanmasına sebep olan önemli hususlar vardır. Bunlardan birincisi, Şeyhin tartışmasız dini ve dünyevi bir lider olarak bütün saygınlıkları, hürmetleri ve coşkun bağlılık duygularını şahsında toplaması, başka bir değişle ihvan topluluğu için şeyhe biatin devlete/sultanı olandan çok daha öncelikli ve güçlü olmasıdır. İkincisi şeyhin dünyadan elini eteğini çekmiş mistik bir şahsiyet görüntüsü altında ne zaman alevleneceği hiç belli olmayan cezbeli bir takım ilahi yetilerle donatıldığına inanılması (Mehti, kutup vb.) Yani Şeyh’in şu an için iddiasız ama her an iddiada bulunabilecek bir potansiyele sahip olmasıdır. Mesela ilk başlarda amasya’nın Çat köyüne gelerek meczup bir çoban görünümünde olan baba İlyas burada kurduğu zaviyesi ile kısa sürede popüleritesi artarak büyük kitleleri etrafında toplayabilmiştir. Üçüncüsü, bir tarikat topluluğunun (ihvanın) diğer cemaat türlerinden çok daha güçlü bağlarla birbirlerini kenetlenmiş olmaları ve bu haliyle de Müslüman tebaanın oluşturduğu o büyük dini cemaatten (ümmetten) ayrılmış olmaları ki bu tebaa arasında siyasi ve politik bir bölünmüşlüğe zaman zaman zemin hazırlamıştır.
Sayfa 103Kitabı okudu
405 syf.
9/10 puan verdi
·
9 günde okudu
Osmanlı Devlet ve toplumunda, dini alanda önemli bir etkisi olan tarikatleri geniş bir perspektif ile siyasi askeri iktisadi olarak incelenmiş pek çok tarihi örnek ve kayıt eklenerek güçlü bir anlatım ortaya koyulmuş. İlgililerine tavsiye ederim.
Şeyhler ve Şahlar
Şeyhler ve ŞahlarZekeriya Işık · Çizgi Kitabevi · 02 okunma
“Din, bu dünyanın ahiretten yönetilmesidir. Dinlerde asıl amaç öbür dünya gibi gösterilse de esas olan bu dünyanın yönetilmesidir.” Dinin ulema, tarikatlar ve devletler gibi örgütlü yapılarla temsil edilmesi, yasalaştırılması, gündelik hayatın hemen her alanına sokulabilmesi hep bu kabuldendir. Bizim tarikatleri formülüze etmek için ortaya koyduğumuz isim de (mistik lider) aslında bu dünya-öte dünya yaklaşımlarını kendinde toplaması amacıyla kurgulanmıştır
Sayfa 101Kitabı okudu
Nitekim kıyametçi, “Mehdici-Mesiyanik” hareketler, doğası gereği daha çok kaotik ortamlarda siyasi, askeri, sosyal, ekonomik buhranlar döneminde ortaya çıkmıştır.
Reklam
Hazreti İsa’nın Hazreti Muhammed’den üstünlüğünü iddia ederek, Hûbmesihi (Hazreti İsa Muhibbi) olduğuna kanaat getirilerek idam edilen Molla Kabız, cennet ve cehennemi alaya alan yaklaşımıyla materyalist bir çizgiye yakın duran ve idam edilen Nadajlı Sarı Abdurrahman Efendi “Haşr ü Neşr’i ve farziyyet-i salât ü savmi inkar idüp hamri istihkal” ettiği gerekçesiyle hayatına son verilenlari Mehmet efendi gibi ulemadan oluşan şahsiyetler bile bu sürecin ağır bedellerini ödemekten kurtulamamışlardır.
Bütün bu izahatlardan anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti’nin bu dönemde özellikle Safevi şeyhlerinin siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel doku uyuşmasını kullanarak ve propaganda ederek Anadolu’daki başta kızılbaş olmak üzere şifahi halk İslam’ı inançlarını taşıyan kesimler üzerinde bir değişim ve dönüşüm hedeflediği anlaşılmaktadır. Zira devlet, Bektaşi ve kızılbaş farklılıklarından ziyade ortak noktalarından hareket ederek bektaşilere Kızılbaşları dönüştürme görevi vermiştir. Zira burada Bektaşiliğin devletle hemhal olmuş, devlet kurumları ile içiçe geçmiş ve resmi İslam’ın ağları içinde akredite kabul edilmiş bir tarikat olarak görev aldığı anlaşılmaktadır .
Türkmenler için tarihsel ve sosyolojik zemini olduğu anlaşılan bir olguyu Şah İsmail’e de teşmil ederek onu da “Tanrı” kabul etmek hiç de zor olmadı. Zira tanrının hulul ettiği, ölümsüz bir liderin kesinlik arz eden zaferi için onunla saf tutmak onlara pek mantıklı gelmişti. Nitekim Şeyh/Şah İsmail, şiirlerinde Hazreti Ali’nin hatta Allah’ın kendisine hulul ettiğini ve beklenen Mehdi olduğunu tasavvufi yoğunlukta mistik bir tonlama ile nefesleri aracılığıyla taraftarlarına ilan etti. Bu ifadeleri Türkmen aşiretler nezdinde hemen karşılık buldu yazılı ve sözlü olarak başka şekillerde dillendirilmeye devam edildi.
Türkmenler Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın da Tanrı olduğuna inanıyorlardı. “Eğer birisi Şeyh Cüneyt’den için öldü derse canından vazgeçmiş sayılırdı ya da birisi Cüneyd’in vücudundan bir zerrecik yok dese yani kusurludur dese hayatını kaybederdi.”
Şeyh/Şah İsmail mesajını Mehdici bir söylem içersinde muhatabı olan kitlelere çok başarılı bir biçimde ulaştırdı O: “Beklenen Mehdi’nin kendisi olduğunu onları Osmanlı’nın zulmünden kurtarmak üzere geldiğini iddia ediyordu. Hz Ali’nin “tanrı” olduğunu sonra sırayla diğer imamlara ve nihayet onlardan da kendi bedenine hulul ettiğini, dolayısıyla kendisinin ”Şah/Şeyh=Hz.Ali=Tanrı” olduğunu söylüyordu.
30 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.